Konu: Bankadaki Kız / İsim: Taha Yasin Hatay 05/05/21 14:17 | |||
Bir anıda ben anlatayım. Zaten kısa. Göznede yaylada dedem ve babaannemin yazları çıktığı bir ev vardı. Bazen oraya giderdik. Dedemin banka ile ilgili bir problemi olmuştu. Babam bankayı telefonla aradı. Müşteri hizmetlerindeki hanımefendi adını söyleyerek babama buyurun dedi herhalde. Babam da; "x hanım bizim şöyle sorunumuz var" diye anlattı. Rahmetli dedem de telefonu kapattıktan sonra babama şöyle bir baktı. "Nereden tanıyorsun o kadını? Arkadaşın mı nasıl halletti?" dedi. Tabi dedeciğim zamanında bu gibi şeyler olmadığı için, olayı kavrayamamıştı. Babamla ben gülmeye başladık. Babam durumu açıkladı. Arka balkon tarafına gitti. Dedem bana döndü; "Senin bu baban fena bak. Kime çekti bilmem" dedi. Ama yüzünde muzip bir gülümseme.. Ben de hala buna eğlenirim. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun. ❤️ | |||
Konu: Canım annemin sahur macerası / İsim: Fatma Nilgün Hatay 04/05/21 12:59 | |||
Canım Annemin Sahur Macerası. Sene 1969-70 yıllarıydı. O senelerde Ramazan, kış aylarında oluyordu. Mersin'de Bahçe mahallesinde şişko Hatice'nin evi, diye andığımız evin, alt katında oturuyorduk. Üç kardeşin beraberliğini geçirdiğimiz son evimizdi diye hatırlıyorum. Oruç tutmaya yeni yeni başlamıştım. Sahura kalkmak, ailece birşeyleri paylaşmak en güzel günlerimiz ve hatıralarımızdı. O soğuk gecelerde annem sahur için, uygun 1 saatte bizden önce kalkar, tıkır tıkır hazırlıklar yapardı. Venüs gazlı sobamız da yanar, biz ısıtmaya çalışırdı. Onun ateşleyeceği zaman deposundan gaz çekiş sesi, "cuk cuk cuk" diye halâ kulaklarımdadır. Bir gece , canım annem bizi uyandırdıktan sonra başına geleni, korku içinde bize anlattı. Yiyecekleri mutfaktan, salona masaya taşıdığı bir seferinde,o sessizlikte arkasından yeleğini birisi çekiştiriyor. Annem yeleğini kendine çekiyor, yeleğin ucu geriye gidiyormuş. Korkudan bütün tüyleri diken diken olmuş, besmele çekerek bir hızla arkaya dönmüş. Bir de bakmış ki meğerse yeleğin ucu kapının koluna takılmış,çeken o imiş. Tabii oradan kurtulmuş ama bunu bizle paylaşana kadar da üzerinden korkuyu atamamış. Tabii biz dinledikten sonra önce üzüldük, ama daha çok da, günlerce güldük. Canım annem, bize yaptığın fedakarlıklar için hakkını helal et, Allah senden razı olsun. Her şey küçükken, çekirdek aile iken çok güzeldi | |||
Konu: Bir Antalya Macerası / İsim: Mehmet Ali Hatay 30/04/21 12:56 | |||
Öğretmen okulunda 1. Sınıftan ikinci sınıfa içtiğim sene yani 1970 yazı. Babamın bana bir teklifi oldu. Fuat dayım şoför olduğu için Antalya'ya gidecekmiş “Sen de gider misin?” dedi Ben nasıl gitmem diyebilirim ki en çok sevdiğim şey seyahat etmek. Neyse dayımı ayarladık ve dayımın yolcu otobüsü ile birlikte Mersin'den Antalya'ya doğru hareket ettik. Otobüste Ben hem muavinlik ediyorum hemde dayımla uyumasın diye yarenlik ediyorum. O seneler 45 lik plaklar yeni çıkmıştı. Teybe plak koyuyor çıkarıyorum. En sık dinlenen parçada “Yallah Şoför Yallah” dı bu türkü ilk defa o sene çıkmıştı Nuri Sesigüzel okuyordu. Mersin Antalya kıvrımlı ve virajlı uçurumlu yollarından sonra Antalya'ya 8 saat sonra bir akşam vakti vardık. Orada dayıma veda ettim. Daha sonra nasıl oldu bilmiyorum birileri galiba beni karşıladı, herhalde babam tanıdıklarıydı, beni alıp bir pansiyon gibi bir yere götürdüler. Bu pansiyonda Antalya'nın Şarampol mahallesindeydi şimdi bu ismi nasıl hatırladım hayret. Antalya'yı geziyorum parkları caddeleri bayağı bir arşınladım. Gezerken bir panayıra rast geldim. Ziyaret edeyim dedim. Panayır içerisinde, dönme dolaplar, çakır felekler ve birçok faaliyet gösteren çadırlar vardı. (Bu kez yılan Kız yoktu) Çadırların birinde sihirbaz gösteri yapıyordu. Bende sihirbazlığı çok meraklı olduğum için dedim bir bakayım bu adam neler yapıyor. Neyse biletimi aldım içeri geçtim program başladı sihirbazın numarasından birisi “Kimin ne dileği varsa ne sormak istiyorsa bir kâğıda yazsın asistanın vereceği kâseye koysun” dedi. Benim hiç umudum yok ama haydi dedim yazayım bakalım ne olacak. Sormak istediğim o sırada okulda Ankara Yüksek öğretmen okulunda gideceklerin seçimi vardı. Adaylar arasında benimde adım geçiyordu. Neyse kağıda şu şeklide yazdım. “Ankara Yüksek öğretmen okulunda gidecek miyim?” Kasenin içine attım asistan bütün istekleri topladıktan sonra götürdü masanın üzerinde gözlerimizin önünde üzerine kolonya döktü ve yaktı. Hiçbir yazılı kağıt kalmadı. Güzelce karıştırdı. Daha sonra sihirbaz geldi değneğini kâsenin içinde gezdirdi ve sanki değnekten okuyormuş gibi birkaç kişiye ayağa kaldırdı. işte sen bunları istemişsin şöyle olacak böyle olacak dedi. Ben hiç umudum yoktu çünkü böyle şeyleri de inanmazdım. Birdenbire sihirbaz “Ali Hatay” dedi şöyle bir irkildim Allah Allah dedim ne oluyoruz, korka korka ve dizimin bağı kopmuş olarak ayağa kalktım. Kem küm ettim. Neyse bana “Sen dedi yüksek öğretmen okuluna gideceğim mi diye sormuşsun” dedi Ben artık titremeye başladım. Arkasından da “Evet oraya gideceksin. Ama orada kalmayacaksın daha yüksek bir yere gideceksin” dedi. Ben hem şaşırdım hem bir tuhaf oldum. Tamam, yüksek öğretmen okuluna gideceğim doğru olabilir Ama orada kalmayıp yüksek bir yere gideceğimi nereden çıktı? Böyle bir şey hiç aklıma gelmez. Düşünemem bile. Çünkü ben kendimi öğretmen olmaya adapte etmişim. Kaldı ki yüksek öğretmen okulundan başka bir yüksek okul yok ki? O zamanlar doktorlar nerede okur, ne okur, nerden mezun olur bilmiyorum bile. Tıp hakkında bildiğim sadece “Tıp” oyunu. Ama daha sonra Sihirbazın dediği gibi önce yüksek öğretmen okuluna gittim. Neler oldu neler bitti anlamadım kendimi Tıp fakültesinde buldum. Elbette benim kaderimde bu varmış. Allah böyle taktir etmiş. Ama sihirbaz nereden bildi? Çadırdan çıktıktan ve kendime geldikten sonra, panayır yerini gezerken hediyelik eşya satılan bir yere geldim. Oradan anneme bir yüzük, Nuran ablama bir küpe, kardeşim Nilgün’e bir kolye aldım. Bak şimdi babama hiçbir şey almadığım aklım geldi. Babacığım affet beni. Hâlbuki beni Antalya’ya gönderen ve cebime haçlığımı koyan babamdı. Antalya da 2 gün daha gezdikten sonra otobüse bindim ve Mersin'e geldim. Baktım Ailem beni özlemiş babam yolculuğun nasıl geçtiğini sordu. Teşekkür ettim. Şimdi aklıma geliyor Babam beni bu şekilde başka bir şehre göndererek tecrübe kazanmamı istemiş. Demek gönlüne öyle düşmüş. Allah Anneme babama rahmet eylesin ablama kardeşime uzun, hayırlı, bereketli ömür versin. | |||
Konu: Yılan Kız / İsim: Mehmet Ali Hatay 20/04/21 13:06 | |||
Ortaokul bir ya da ikinci sınıfa gittiğim 1964 senesi. Bir bayram günü arkadaşım Nevzat Kelleli ile Bayram yerine gittik. Nevzat Kelleli daha sonra soy ismini beğenmediği için Çağlar diye değiştirmişti. Bunu tarihe not düşmek için yazıyorum belki ilerde bu yazıyı çocukları veya torunları okur. O zamanlar Bayram günleri bir meydanda bayram yeri kurulur burada salıncaklar, dolaplar, uçan sandalye yani çarkıfelekler olurdu. Bizde cebimizdeki paraya göre bu etkinlikten faydalanırdık. Çeşitli gösterilerin yapıldığı çadırlar olurdu. Bu çadırlardan birinde bir şey dikkatimizi çekti. Çadırın kapısına kocaman yazmışlar Yılan Kız Afrika'dan getirildi mutlaka görün diye. Bizde yılan kızın merak ettik ve içeri girdik. Sahne gibi bir yere uzunluğu 6-7 metre olan su borusu kalınlığında bir boruyu almışlar yılan derisi süsü vermişler sahneye koymuşlar. Gövdeni baş kısmında da bir kızın başı var. Kız 8-9 yaşlarında. Görünüşte gerçekten bir yılan kız aynı denizkızı gibi Bunun aslının böyle olmadığını, yılan kız veya deniz kızı olmadığını elbette biliyoruz. Ama içimizde genede “Acaba” var. O zamanlar insan kandırmak kolay. Mesela bizim mahallede bir Habeş dediğimiz 15-16 yaşında bir genç vardı. Affedersiniz maymun gibiydi. Bunun boynuna tasma takmışlar maymun adam diye ortalıklarda gezdirmişler. Biz gördük “Ulan Habeş bu ne hal dedik” Zavallı çocuk ağlamaktan bir şey diyemedi. Bu yılan kız hakkında Nevzat'ın teorisi şöyleydi. Kız doğunca bu borun içine konmuş. Vücut gelişmemiş ve sadece kafa büyümüş. Ben böyle bir şey olmaz dedim, o fikrinde ısrar diyor. Neyse ben bunda bir göz yanılması olacağını düşünerek araştırma yaptım sağa sola bakıyorum orada bir ayna gördüm. Kızın ayaklarına denk geldiği yere bir ayna koymuşlar. Bu ayna özel bir ayna. Öndekini göstermiyor arkada olanları gösteriyor. Yani polis sorgulama odasındaki gibi. Arka tafrada boşluk var hissi vermişler. Şimdi filmlerde yeşil arka plana yaptıkları gibi. Bu tekniğe chromakey tekniği deniyor ki. Bu ayna bu tekniğin ilk protipi. Ben aynayı biraz kurcalayayım dedim. Kız başını sallayıp “Tısssss” diye bir ses çıkardı. Tabii biz korktuk ama işin peşini bırakmak niyetin de değildik. Aynanın diğer köşesine gittim daha elimi uzatmadan kız “Tıssss” diye tısladı. Bu defa korkmadık ama anlaşılan Yılan Kız bizim dokunmamızı istemiyordu. Bu defa Nevzat aynayı elledi. Bu defa kız daha şiddetli “Tısssss” dedi. Artık kızı Tıssssslatmak için elimizi aynaya değdiriyor sonra kaçırıyorduk. Kız hala tıslıyor. “Dokunmayın lan sokarım” da format gereği diyemiyor. Bu tıslamaları duyan görevli koşa koşa geldi bizi çadırdan çıkardı. Olayı çözmüştük. Bir işin üstesinden gelmenin mutluluğuyla evlerimize döndük. | |||
Konu: Karı Koca İnadı / İsim: Mehmet Ali Hatay 20/04/21 12:23 | |||
Rahmetli annemden dinlediğim bir hikayeyi müsaadenizle burada size anlatmak istiyorum. Vakti zamanda Antakya'da bir karı koca varmış. Bu karı koca Her ikisi de çok inatmış. Aslında inat olmak iyi bir şey değil hele hele karı koca arasındaki inatlık hiç iyi bir şey değil. Neyse bir gün bunlar otururken koca karısına seslenmiş şuradan bıçağı verir misin demiş kadın da o bıçak değil makas demiş bunlar başlamışlar tartışmaya bıçaktı makastı, bıçaktı makastı ederken iş büyümüş inada binmiş. Bir işleri varmış çıkmışlar yoldan gidiyorlarmış. Asi nehrinin üzerindeki köprüye gelmişler ama hala tartışıyorlarmış. Bıçaktı makastı diye. Sonunda adam dayanamamış karısını kaptığı gibi Asi nehrine atmış kadın suya kapılmış gidiyormuş. Böyle olduğu halde adam kadının arkasından işaret parmağını bıçak gibi yapıp parmağını ha bire sallıyormuş. Kadın suların içerisinde kolunu çıkarmış parmaklarını makas şekline getirilmiş ve açıp kapatıyormuş. Böyle ölüp gitmiş adam da kadında inadından kurtulmuş. | |||
Konu: Ayı ve Karısı / İsim: Mehmet Ali Hatay 07/09/20 13:42 | |||
Annemden bir hikaye daha; Annem bu hikayeyi sık sık anlatırdı. Büyük bir ilgi ve merakla dinlerdik. Köyün birinde çok güzel bir kız varmış bu kızı bir çok genç erkek istemiş ama kız bir türlü evlenmeye razı gelmiyormuş kimseyi beğenmiyormuş. O zamanlar köye bir ayı dadanmış. Olacak ya kızı görünce aşık olmuş ve tutmuş kızı kaçırmış. Doğru ormandaki inine götürmüş ve kız kaçmasın diye ayağını yalamış durmuş. O kadar çok yalamış ki kızın ayakları şişmiş ve kaçamaz hale gelmiş . Zaman geçtikçe ayı ile kız karı koca hayatı yaşamaya başlamışlar Tabii kızın köyündeki gençler ve ailesi kızı merak etmiş aramaya başlamışlar. Ne kadar aramışlarsa da bulamamışlar en nihayet ormanda ayınının inde kızı bulmuşlar ve kurtarmışlar. Kız eve geldikten sonra arada sırada kayboluyor, tekrar ortaya çıkıyormuş. Köylün merakına gitmiş ve kızı takip etmeye başlamışlar. Kız kimse görmediği bir zamanda ormanda ayının inine gidiyormuş. Köylüler ve ailesi kızı almış getirmişler ama kız arada sırada yine kaçıyor ve ayının inine gidiyormuş. Kıza sormuşlar "Niye böyle yapıyorsun" diye kız da "Ne yapayım demiş ayı falan ama ne de olsa benim kocam" Şimdi böyle bir şey olabilir mi? Olmayacak iş değil. Tabii ki biz o zaman çocuk aklımızla bunu sorgulayacak değildik. Ama burada üç husus dikkatimizi çekerdi; 1- Ayı kıza aşık olur mu? 2- Ayak altını yalama ile ayak şişer ve kız kaçamaz hale gelir mi? 3- Bu kız kocasına için bu kadar bağlı mı? Bu hikaye yoksa kimseyi beğenmeyen kız için uydurulmuş bir hikaye mi? | |||
Konu: Üzüm İster Kavun İster / İsim: Mehmet Ali Hatay 06/09/20 13:22 | |||
Rahmetli annemin çok güzel hikayeleri vardı Her ne kadar bazıları belden aşağı veyahut diz üstü olsa da hepsinde bir güzeldi. işte onlardan bir tanesi; Zamanın birinde bir albayın tayini doğuya çıkmış bu albayın emir eri de bir Kürt'müş Bir gün albayın hanımı emir erine "Git komutanına söyle benim canım üzüm ve kavun istiyor demiş Kürt zaten zor konuşuyor zor telaffuz ediyor ve anlamakta biraz da algı bozukluğu var. Neyse albaya gidiyor "Komutanım hanım Uzun istiyor kalın istiyor" diyor Tabii bunu duyan Albay küplere biniyor kızıyor, bağırıyor çağırıyor "Ne demek diyor hanım uzun istiyor kalın istiyor" Bu Kürt'ü iyi bir dövüyor hemen koşa koşa Hanım'ın yanına gidiyor Hanım Sen ne diyorsun bana nasıl bir mesaj gönderiyorsun deyince hanımı ne oldu ki diyor Ben senden üzüm istedim kavun istedim diyor albay durumu anlıyor ama olan Kürte oluyor. Albayım kızgınlığı geçtikten sonra başlıyor gülmeye. | |||
Konu: Müşerref teyzeye Devam 2 / İsim: Mehmet Ali Hatay 25/08/20 12:49 | |||
Neyse gelelim Müşerref teyzeden 2. hatıraya. Gene böyle bir günde Müşerref teyze bizdeydi Nasıl olduysa annemle takışıyorum, onu muzırca kızdırıyorum. Uykum geldiği için yatmaya gidiyordum. Ama gidip gelip anneme devamlı Ben yatıyorum diyordum ve gidiyor tekrar tekrar geliyordum. Annem huyumu bildiği için kızmıyor ama sonunda Müşerref teyze dayanamadı "Gelirsem şimdi seni yatırırım" dedi Ben de "Altına mı yatırırsın üstüne mi yatırırsın" dedim Evet ağır bir laf olmuştu Ama böyle esprili cevap verme fırsatı insanın ömründe bir defa gelir. Bende bunu kaçırmadım. Müşerref teyze önce mosmor oldu Sonra bembeyaz oldu Sonra allahaısmarladık demeden kaçtı gitti biraz ağır olmuştu. Ama iyi bir hatıra olmuştu. | |||
Konu: Müşerref Teyzeye devam / İsim: Mehmet Ali Hatay 25/08/20 12:48 | |||
Söz Müşerref teyzeden açılmışken hatırlara devam edelim. Altınözün'den Mersin'e geldiğimiz zaman en çok samimi olduğumuz komşular Saniye teyze Perihan teyze ve Müşerref teyzelerdi. Bu ailelerle devamlı pikniklere gider gelirdik. Yani çok samimiydik. İyi bir komşuluğumuz vardı. Müşerref Teyze beni çok severdi Gülseren isiminde ve benim yaşlarımda bir kızı vardı. Müşerref Teyze küçüklüğümden beri bana damadım derdi O zamanlar Yaşımız işte 8-9 o civarındaydı Kızımı mutlaka sana vereceğim derdi ve damadım diye severdi. Neyse seneler geldi geçti Bizler büyüdük ama Müşerref Teyze hala bana damadım demekten vazgeçmedi. Ben zaman ki öğretmen okuluna gittim, Müşerref Teyzeden damadım lafı kesildi. Anlaşılan bir öğretmene kızını vermek istemiyordu ve bize de tavır koymaya başlamıştı. Öğretmen olacağıma duyunca kızını vermekten damadım demekten vazgeçti ve bize de yüz vermez oldu. Neyse biz öğretmen okulundan sonra Allah nasip etti tıp fakültesini kazandım ve İstanbul'a gittim ilk sömestri tatilinde Mersin'e gelmiştim. Bir gün Müşerref Teyze de bizdeydi ben banyodan çıkmış havlu arıyordum. Müşerref teyze bir yerlerden havlu ve peştamal bulmuş, koşa koşa bana geldi başımı, elimi yüzümü kurulamaya başladı. Anlaşılan kızını öğretmene vermek istemeyen Müşerref teyze doktora vermek istiyordu. Ama beni kurulaması çok iyi olmuştu. Bir niyet bundan daha iyi belirtilir mi? | |||
Konu: Denize para atan çocuk / İsim: Mehmet Ali Hatay 25/08/20 12:27 | |||
Annemin sık anlattığı bir hikaye Zamanın birinde bir baba oğlunu alır deniz kenarına gezmeye götürülmüş orada bir miktar para verir ve denize atmasından söylermiş çocukta zevkle babasını paraları denize atarmış. Gel zaman git zaman oğlan büyümüş yine baba ile oğul deniz kenarına gezmeye gitmişler babası "Oğlum biraz para ver de denize atayım" demiş .Almış parayı tam atacak oğlan "Dur baba ne yapıyorsun onlar benim paramı denize atmazsın"demiş Babası iyi ama sen daha önce benim paramı atıyordun" Ödemiş Oğlu "Tamam da o senin parandı bu ise benim para" | |||
Konu: eee ölürsen öl / İsim: Fatma Nilgün Hatay Tosun 25/08/20 12:22 | |||
Altınözü'nde oturduğumuz abimin, ablamın çok küçük olduğu yaşlarda, annemin anlattığı bir hatıra... Abim küçükken de muzurluklar yapıyor, annemi bazen çaresiz bırakıyormuş. Annem de kendince bir yol bulmuş, üzüldüğü zaman"işte ben öldüm" deyip hareketsiz hale geçiyormuş. Abim de buna telaşlanarak annemin başına gelip,onun kalkmasını bekliyormuş. Tabii bu numara epey bir zaman yaramazlıkları dizginlemiş. Ama bir gün gelmiş annem,yine aynı hareketi yapınca, abim"eee ölürsen öl zaten her gün ölüyorsun"demiş. Yani çocuklara bile aynı numara uzun süre sökmüyor. Abim,çok yaşa emii. O zamanlar annemi, sonra da bizleri çok güldürdün. | |||
Konu: Abim anneme "Gidiyorum Allahaısmarladık" diyor, / İsim: Fatma Nilgün Hatay Tosun 25/08/20 12:21 | |||
70 li yıllardı. Bahçe Mahallesin de şişko Hatice dediğimiz ev sahibinin evinin alt katında oturuyorduk. Abimin her zamanki şakaları yine komik bir sona varmıştı. Abim anneme "Gidiyorum Allahaısmarladık" diyor, odanın kapısını kapatıyor biraz sonra tekrar açıyor "ben geldim" diyormuş. Bu böyle, bir kaç kere devam edince annem artık kızar gibi olmuş. En son kapı açıldığında annem yine abim sanmış, bacağını kaldırarak (affedersiniz) çartttt diye gaz çıkarmış. "Al sana" demiş. Amaç abime böyle bir ceza vermekmiş. Ama o sırada kapıyı açan maalesef abim değil halam imiş. Tabii ikisi de neye uğradıklarını şaşırmışlar. Annem utanmış halam, gülmekten yerlere yatmış. Bu hatıraya da senelerce aile içinde anlatıldı ve gülündü. | |||
Konu: Melek Teyze ve Eskici / İsim: Fatma Nilgün Hatay Tosun 25/08/20 12:18 | |||
Yine aynı senelerde,aynı cadde üzerinde oturan,Melek hanım diye annemin arkadaşı bir teyze vardı. Rahmetlik çok neşeli şakacı, devamlı, ortamdakileri güldüren bir teyze idi. Yine bir gün onun evinde,annem,ben ve bayan arkadaşları otururken caddeden bir eskici geçiyordu. Kimsenin aklına gelmeyen bir hareket ile, Melek teyze pencereden eskiciye seslendi. "Eskiciiiii, eski kadın da alır mısın?" Hepimiz şaşırdık. Eskicinin cevabı daha da şaşırtıcı ve komikti. "Abla, ben elimdekinden bıkmışım zaten ne yapayım sizinkileri." Bu soruya ve hazır cevaba senelerce anlatıldı gülündü. Hepsinin mekanları cennet olsun. | |||
Konu: Müşerref Teyzenin göz yaşı / İsim: Fatma Nilgün Hatay Tosun 25/08/20 12:14 | |||
65 - 66 yıllarıydı. Hepimiz tarafından bilinen annemin arkadaşı Müşerref teyze, Silifke caddesinde bir evde oturuyordu. Rahmetlinin gözlerinde bir hastalık vardı, devamlı gözyaşları oluşurdu. Ben de küçüktüm. Bir gün onlara kahve içmeye gitmiştik.O zamanlar kahveleşmeler meşhurdu. Kahve, sohbet, muhabbetten sonra eve döndüğümüzde,annem,yüzünü ekşiterek şöyle anlattı. Meğerse,Müşerref teyze annemin kahvesini getirip kendisine verdiği sırada, göz yaşından bir damla, fincanının içine damlamış, annem de hiç bir şey diyemeden o kahveyi içmiş. Ah annem,bu nasıl bir edep,nasıl bir terbiye anlayamadım. Bu olayı her anlatışında iğrenerek anlatırdı. Nur içinde yat. | |||
Konu: Bir öğretmen okulu hatırası / İsim: Mehmet Ali Hatay 30/07/20 13:09 | |||
Yıl 1969 Mersin Öğretmen Okulu imtihanını kazandım, kayıt oldum ve başladım. Benden önce ablam bu okulda okuyordu. O mezun oldu bayrağı bana teslim etti. Aradan biraz zaman geçtikten sonra arkadaşlar birbirini tanımaya başladık. Rahmetli Kemal Erkeç, Mustafa Feridun İpekçi ve ben hemen birbirimize ısındık, kaynaştık ve çok samimi arkadaş olduk. Zaten Mustafa Feridun’la uzaktan akrabaydık. Babamın halasının kızının oğlu. Bunu bir gün tanışma faslında sınıfta söylemiştim de hoca ve arkadaşlar çok gülmüştüler. Suyun suyu diye. Kemal Adanalı. Lakabı “Filozof'tu”. Rahmetli gerçekten filozof gibiydi. Her konuda çok değişik fikirleri vardı. Adana da bir kıza platonik şekilde aşıktı. Laf arasında ablamın isminin Nuran olduğunu söylemiştim. Meğerse aşık olduğu kızın ismi de Nuran'mış. “Nuran, Nuran” deyip yere yığıldı. Kalp krizi geçiriyor zannetmiştik. İşte bu üç arkadaş, yemekte, teneffüslerde hep beraberdik. Hatta galiba yatakhanelerimiz bile aynıydı. Üç kafadar arkadaş bir gezi yapacaktık. Tabii ki fikir filozof Kemal den geldi. Pozcu'da bulunan okulun karşısındaki Toros Dağlar'ı eteğine yürüyerek gidecek ve açık bir alanda kamp kuracaktık. Bu fikrimizi hayatiyete geçirmek için hemen hazırlıklara başladık. Yatakhaneden battaniye ve çarşaflar aldık (Hırsızlık yerine geçmezdi. Çünkü işleri bitince yerine koyacaktık) Yemekhaneden yiyecekleri aldık veya biz verilenlerden ayırdık. Bu da hırsızlık olmaz galiba. Başka malzemeleri de hazırladık ve bir cumartesi günü dağa doğru yürüyüşe başladık. Önceleri neşemiz çok iyiydi. Ama yol şartları ağrılaştıkça neşemiz de kaçmaya başladı. O sıralar Barış Manço’nun parçası “Dağlar, dağlar” yeni çıkmıştı ve çok revaçtaydı. Belkide dağ gezimize ve kamp kurmamıza bu parça neden olmuştu. Bilinçaltımız bizi dağlara çağırıyordu. “Ellerimle büyüttüğüm, Solar iken dirilttiğim, Çiçeğimi kopardın sen Ellere verdin. Dağlar dağlar.... Kurban olam yol ver geçem, Sevdiğimi son bir olsun yakından görem Dağlar dağlar” Diye şarkıyı söyleye söyleye Toros dağlarının ancak eteklerinin eteğine gelebilmiştik. Neyse akşam oldu. Hava soğuk. Çadır kuralım dedik ama bu işin o kadar kolay olmadığını hemen anladık. Çünkü çadır kurmak bir maharet işiydi. Üstelik hazır çadır değildi ki o zaman hazır çadır nerede. Bizde çarşafları serdik ve battaniyeleri üzerimize aldık. Ama soğuk içimize işliyor, belki de yağmur da çiseliyordu. Üstelik açık havada uyumak ne zormuş. Baktık olmayacak en yakın köyden yardım istemeye karar verdik. İsmini şimdi unuttuğum köye vardık. Sağ olsun köylünün biri bizi evine misafir etti. Galiba Yörüklerdendi. Yörüklerin ne kadar misafirperver olduklarını orada anladım. Bize sıcacık bir tarhana çorbası yaptılar ki, tahta kaşıkla içtiğimiz o çorbayı unutamam. İçimizi ısıtmış, rahat uykuya varmıştık. Sabah kahvaltıda bize bir tereyağı ve petekli bal çıkardılar ki tadı hâlâ damağımda. Sabah kahvaltıdan sonra biz gerisin geri kös kös okulumuza döndük. Bu bize ders olmuştu. Daha sonra anlatır anlatır gülerdik. Hafta sonları Mersin'de oturduğumuz için evci olarak eve giderdim. O hafta eve gidememiştim. Bu nedenle rahmetli annem hemen Pazartesi günü atlamış okula gelmiş. Annemi Ali Demirtaş Hoca karşılamış. Annem ağlayarak; - Ali bu hafta eve gelmedi de, merak ettim de, falan söylenip duruyor. Ali Demirtaş Hoca; -“Ablam merak etme Ali de iyi herkes de iyi. Bir hafta sonu gelmedi diye bu telaş neden?” demiş. Üstelik beni çağırttı ve annemle buluşturdu. Bir birimize sarıldık ağlaştık. Annem işte çocuklarına böyle düşkündü. Hırkamı ise o gezide kaybettiğimi öğrenen annem ayrıca üzülmüştü. Zannederim bu annemin okula gelmesi hatırasını daha önce yazmıştım. Bu hatıra nereden aklıma geldi. 2 gün önce oğlum Abdullah ve gelinim Ayşegül kamp kurmaya Beyşehir’e gitmişlerdi. Bizde onları ziyarete gittik. Tabii ki çadırları battaniye ve çarşaf değil güzel modern çadırdı. Bize ısrar ettiler ama kalmadık. Kalmamamızın nedeni de belki de bendeki bu kötü hatıra sebebiyleydi. Yalnız oğlum Abdullah’a bu kamp sevdasının nereden geldiği belli oldu. Ne de olsa babadan oğula geçen irsiyet gibi bir şeyler var. | |||
Konu: Canımız Annemizden Özlü Güzel Sözler. / İsim: Nuran Ali Nilgün 25/07/20 12:38 | |||
Rahmetli annemiz bize göre filozof gibi bir kadındı. Bu kadar bilgiyi nereden, nasıl öğrenmiş bilemeyeceğim. Çocukluğunda ve gençliğinde televizyon yok, radyo var ama kim dinleyecek, Kitap var ama kim okuyacak. Zaten okuması çok zordu. Takvim yapraklarının arkasını okumayı hiç ihmal etmezdi. İlkokula gitti mi? Bilmiyorum? Peki, bu kadar bilgiyi nereden aldı? Zannederim annemiz iyi bir dinleyici, bildiğini unutmayan kafasında sentezleyen biriydi. Babasının bilgisinden de faydalanmış olabilir. Babası yani Rahmetli dedemiz köy muhtarı, her türlü yeniliğe açık, bilgili öğretmeye meraklı, insanlarla iyi ilişkiler içinde. Köyde sadece dedemlerde telefon var ve annem bu telefonla sık sık konuştuğunu söylerdi. Neyse daha önce yazmış olduğum bir hatırayı buraya kısaca yazayım ve annemin ne derece bilgili olduğunu anlayın. Sonrada özdeyişlerine geçelim. Annemin her konuda bilgisi olduğunu bildiğim ve annemin bilmediği bir konu hakkında ne yapacağını anlamak için bir defasında anneme demiştim ki. - Anne falanca kadın prostat olmuş. Ameliyat olması lazımmış. Acaba ameliyat olsa nasıl olur. (Kadınlarda prostat olmaz) Durdu düşündü düşündü. Boş boş bakar gibi yaptı. Tamam dedim annemin bilmediği bir konuyu bulduk. Buna cevap veremez. Biraz sonra - Kadınlarda prostat olmaz ki? İlahi anne bunuda mi bildin. Gelelim annemin özlü sözlerine. Tabii ki annem bunları kendi öz deyişi değil bir yerlerden duymuş. Ama yerinde ve zamanında söylediği için sanki kendinin sözleriymiş gibi algılardık. 1- Yumurta içi gibi besler büyütürsün, elin biri gelir alır. 2 - İyi yemek artacağına, kötü karın yırtılsın. 3 - Oğlum akıllı mal eylesin,oğlum deli malı neylesin. 4_Baba oğula bir bağ bağışlamış, oğul babaya,bir salkım üzüm yedirmemiş. 5 -Haydar haydar (Arapçada,rüzgar demekmiş) çoluğunu çocuğunu topla da gel. 6 -Bak bana bir gözünle, bakayım sana iki gözümle. 7- Baba beddua edince, annenin memekleri hayır hayır dermiş. 8- Sopayı yiyen mi bilir, sayan mı bilir? 9 - Poposu yere yakın olandan korkulur. 10 - Eşşeğe cilve yap demişlerz art diye pup yapmış. 11 - Ben kıyamam yavruma, yavrum kıyamaz yavrusuna. 12 - Annenin sağlığında, babanın bir gözü kör, anne öldüğünde, iki gözü kör olurmuş. 13 - Allah kimsenin yavrusunu dört gözden ayırmasın.(anne ve babanın gözleri) 14 - Çalma kapını çalarlar kapını 15- Alışmamış popada don durmaz. 16- Seninki popo da bizimki popo değil mi? 17- Yüz verdik Ali'ye geldi yaptı halıya 18 - Geline oyna demişler yerim dar demiş. Yer açmışlar oyna demişler yenim dar demiş. 19- Karıncacık beli incecik. Bana götü büyük dedi dedi dediiii demiş ve çatlamış | |||
Konu: Hamidonun evi / İsim: 08/07/20 10:23 | |||
Aynen o senelerde, 3 kardeşin en yoğun ve güzel hatıralarının olduğu evdi, Hamido'nun evi. Girişteki üç kardeşin yattığı küçük salonda, sağda yemek masamız vardı. Ben demek ki 4 _5 yaşlarındaydım. Sandalyede değil de, o masada oturduğumu hatırlıyorum. Ağzımdaki lokmayı yutmayı çoğunlukla unutuyor, somuruyordum. Annem belli aralıklarla “Hadi lokmanı yut artık” diyordu. İkinci kata çıkış merdiveninin dönüş yerinde, oturma alanı olabilecek bir düzlük vardı. Orada evcilik oynar, abimin sihirbazlıklarını izlerdik. Göbeğinden huni ile su akıtma, el çabukluğu, bir sürü maharetler gibi. Bir keresinde dayımın kızı Nilüfer ile oynuyorduk. Abim oturduğumuz kilimin, bazı sihirli kelimeler söyleyerek uçabileceğini inandırmıştı. Bizde dualar ve o kelimeler ile kilimin yanlarına yapışıp, Alaeddin’in filmindeki gibi uçmayı beklemiştik. Uçmayınca da üzülmüştük. Yine abim o evdeyken bana özel, haftanın 2 günü gazete çıkarıyor ve 10-15 kuruşa satıyordu. Bulmaca çözmeyi ve İngilizce kelimeleri, magazin haberlerini O zamandan öğrenmiştim. Yaz akşamları çok sıcak olduğu için, çoğunlukla ya şehir parkına veya açık hava sinemasına giderdik. Bunun için de öyle uykularına yatmamız gerektiği ısrarı yapılırdı. Hem bizim dinlenmeniz için, hem de büyük ihtimalle annelerin biraz rahat etmesi için. O sinema ve parkın tatları bambaşkaydı. Salonun yanındaki misafir ve yatak odası denilen yer de, aynalı gardırobumuzda vardı. Bu iki oda nasıl bir aradaydı şimdi hayret ediyorum. Çünkü misafir koltuklarımız ancak o odaya sığıyordu. Ben ilkokula o evde başlamıştım. İkinci sınıftaydım ve aynalı gardırop gardrobun çekmecelerinde e, bir şeyler karıştırıyordum. Abim ile tartıştık mı yoksa şakalaştık mı? Tam hatırlayamıyorum, bana sert olmayan bir tokat attı. Büyük ihtimalle şakaydı çünkü bana abim de, ablam da hiç kıyamazlardı. O gece yanağım şişti ve bu şişliğin ertesi gün kabakulak olduğu anlaşıldı. Annem beni bir hoca mıydı yoksa dini bilgilerini faydalı işlerde kullanan bir bayan mıydı? Bilmiyorum, ona götürdü. Boyalı kalemle yanağıma Arapça kelimeler yazdı, o zamanlar bunun, tedavi edeceğine inanılıyordu. Ama çok garip ki kabakulağım geçmişti. Küçük Mustafa bakkalımız da abimin anlattığı yerde, biçimdeydi. Gerçekten Mustafa küçük boyluydu. Büyük ihtimalle Araptı. Çünkü rengi çok esmerdi. Çok Güleç yüzlü espriliydi. Benim de aklımda kalan her bakkala gittiğimizde, o zamanlar yeni çıkan, renkli kâğıtlar da küçük yuvarlak çikolatalardan annem bana bir tane alırdı. Benim için o tat, şu anda hiçbir çikolata da yoktur. Asıl bomba bir hatıra; Biraz ayıp ama ne yapayım anlatmadan geçemeyeceğim. Tuvalet aşağıda olduğu için, sadece bana özgü, evin küçüğü oluşum ve yaşım itibari ile yukarıdaki mutfakta su giderinin içine tuvaletimi yapma ayrıcalığım vardı. Utanarak söylüyorum, Bir keresinde büyük tuvaletimi yapmıştım. O da oradan gitmemiş üstünde duruyormuş. Üzerinde de sanki yılanın başı gibi duran bir parça varmış. Benden sonra annem mutfağa girdiğinde, onu görünce yılan sanmış ve çok korkmuş. Annem oldum olasa yılanlardan korkardı. Çocukluğunda donuna yılan girdiğini nasıl panikleyip bağırarak kaçtığını bize anlatırdı. Daha sonra bu olay hep anlatıldı ve hep gülündü. Ah Hamido nun evi ahhhh. Çocukluğumuzun güzel günleriydi. | |||
Konu: Bakkalımız Mustafa (Küçük Mustafa) / İsim: Mehmet Ali Hatay 07/07/20 13:33 | |||
Mersinde 1964-65 yılları arasında ev sahibimiz Hamido nun evinde oturuyoruz. Küçük bir ev. 2 ci Katta. Aşağısı boş. Müstakil. Misafir odası olarakta kullanılan bir yatak odası ve 3 kardeşin yatığı bütün işlerimizin görüldüğü bir küçük otuma oddası. Küçük bir mutfak. Banyo ve tuvalet alt katta. O zaman buzdolapları yoktu. Tel dolabı vardı. Mutfak, tel dolabını almadığı için mutfağın dış kapısına asılı dururdu. Muzur Fuat dayım gelir bu dolaptan günlük yiyeceklerimiz yer gidermişti. Bizde yemekler nasıl eksiliyor diye hayret ederdik. Tabii ki bir gün dayım yakalandı. Ondan sonra yemek aşırmaya gelmedi mi? Hayır, daha fazla gelip yemeğe devam etti. Evimiz küçüktü ama mutluluğumuz büyüktü. Allah rahmet esin annemiz babamız bizi hiçbir şeyden eksik etmemişti. Gerçi o zamanlar pek bir şeyde yoktu. Dediğim gibi buzdolabı yoktu. Çarşıdan talaşa (odun, tahta yongası) sarılmış buz kalıbı alır su içinse koyar böylece soğuk su içerdik. Galiba yemeklerde kokmasın, ekşimesin diye günlük veya en fazla 2 günlük yapılırdı. Zaten çok defa ertesi gününe de kalmazdı. Bu evde çok hatırlarımız var. Ablamın kafasına çadır kazığı ile vurmam, annemin takoz dediğimiz tahta parçası ile beni kovalayıp başımdan vurması gibi bir çok hatırlar. Evet biz gelelim bakkallımıza. Evden 60-70 metre ileride mahallenin bakkalı vardı. Küçük bir dükkân ama içinde yok yok, her şey var. Sahibi, bizlerin Mustafa Amaca veya abi dediğimiz, biraz samimi olanların Küçük Mustafa dediği daha samimi olanların ise Mıstık dediği bakkal esnafı. Çok iyi bir adamdı. Çok güler yüzlü, esprili, iyi kalpli biriydi. Galiba Araptı veya Arap uşağı. Ama insanlığı çok iyiydi. Esnaflığıda iyiydi. Malı böler verirdi. Hatta gaz yağıda satardı. İşte başka alış veriş yaparken gazyağı istediğimiz zaman hiç üşenmez yüksünmez gider gaz yağını doldurur elini yıkar gelirdi. Her esnaf böyle yapmaz. O zamanlar biz gazyağı ile yanan soba kullanırdık. Sobamızın markası “Venüs” tü. Küçük bir odayı çok güzel ısıtırdı. Yakıtı da az olur ve masrafı fazla olmazdı. Babamın yakıt parası için bulduğu bir çözümdü. Yoksa odun kömüre nerede para yetecek. Küçük Mustafa Abimiz her aileye bir borç defter açardı. Bu defter ailede bulunur. Bir şey alınacağı zaman deftere yazılır ve ay sonunda veya 2 ay sonra defterde ne yazıyorsa hesaplanır ve ödenirdi. Fazla yazılmış eksik yazılmış denmezdi. Hatta biliyorum bu defterin 1-2 yaprağını yırtanlar olurdu. Ama elbette sayfalar sayılı olduğu için gözden kaçmazdı. Buna Küçük Mustafa Abi ne derdi bilmem. Hatıra nereden aklıma geldi. Bu Küçük Mustafa abiye alış verişe gittiğimizde üzgün ve ağlar bir halde “Çok yazık çok yazık dün 5 kişi ölmüş” der arkasından “Yazık oldu” deyip bizi daha çok meraklandırırdı. Bizde merakla ”Kim ölmüş Mustafa Amca ne olmuş?” derdik. “Sivrisinek” derdi. “Dün akşam 5 tane sivrisinek ölmüş” Sonra hep beraber gülerdik. Mersine son gittiğimizde baktım dükkanının yerlerinde yeller esiyor. Sağsa Allah selamet versin. Ölmüşse Allah Rahmet etsin. | |||
Konu: Annem ve Seccade / İsim: Mehmet Ali Hatay 30/05/20 12:26 | |||
Bizim çocukluğumuzda evde namaz kılınır mıydı hatırlamıyorum. Annem vakit namazlarına ne zaman başladı bilmiyorum. Ama zannederim 40-50 yaşından sonra namazlarını aksatmadı. Yalnız Altınözün de çocukluğumuzda evde teravih namazı kıldığımızı hatırlıyorum. Kıldıranda rahmetli Muhittin hocaydı. Ramazanda, ismini unuttuğum bizim “Nene” dediğimiz hanımı ile gelirdi. Kış aylarında sobanın önünde 20 rekat teravihi kılardık. Bir defasında annemin eteği sobanın altına sıkışmış. Namazda eğilememiş. Çekiştirip dururken nerdeyse sobayı devirecekmiş. Namaza da zor yetişmiş. Bunu anlatırdı da gülerdik. Annem namaz kıldıktan sonra seccadenin köşesini orta yerine gelecek şekilde katlardı. Bunu neden yapardı bilmiyorum. Bir defasında sordum veya sorduk. Şöyle cevap vermişti. “Şeytan namaz kılmasın diye böyle yapılır” O zamanki çocuk aklımızla bu cevaba karşılık şunu diyemedik; “Anne bırak şeytan namaz kılsın. Yeterki kılan şeytan olsun ve belki tövbe etmiş olur.” Bunu söyleseydik annem ne derdi bilmem. Çünkü rahmetli pek laf altında kalmazdı. Galiba bu adeti ve izahatı rahmetli Ali Dedemden almıştı. Çünkü Rahmetli dedem namazını hiç terk etmezmiş. Annemin dediğine göre İslami ve dini konularda çok bilgiliymiş. Aslında İslamiyet’te seccadeyi bu şekilde katlayacaksın diye bir bilgi yok. Hele şeytanın kılması bilgisi hiç yok. Namz kılsaydı zaten Şeytan olmazdı. Büyük ihtimalle ayak altında olan seccadenin yüze gelen kısmına ayakla basılmaması için yapılan bir uygulamaydı. Şeytan kılması meselesi de şeytan vesvese vermesin diye bir tedbirdi. Gerçi İslamiyet’te yok ama güzel bir uygulama. Ama en iyisi seccadeyi yerde bırakmayıp, katlayıp kaldırmak ve yeni namazda tekrar sermek. Evin bir fazla odası mescit haline getirilirse daha iyi olur. Bu durumda seccadeler devamlı açık kalabilir. Katlamaya da gerek kalmaz. | |||
Konu: Eee Canım dedemmmm. / İsim: Fatma Nilgün Hatay Tosun 01/05/20 11:53 | |||
Sene 1973,yine Nathali nin evine oturuyorduk. Ailemizin ilk torunu Özgür 1 yaşlarındaydı. Ablamlar,görev yaptıkları Çeşmeli den hafta sonu bize kalmaya gelirlerdi. Yine bir hafta sonu akşam üzeri, (evimiz hatırlanacağı üzere ilk kattı ve pencereleri sokağa bakardı.) ablamın kucağında Özgür,"Dedeeee"diye pencereden içeri bağırıyordu.Babamın o sırada fırlayıp"eeeee canımmm dedemmmm" diye sevinçten feryat etmesi gözümün önünden hiç gitmiyor. Çünkü babam,ilk torunda çıldırmıştı,her hafta yollarını gözlerdi. Heyecanla onları beklerdi.Tabi hep beraber beklerdik. O sevgi bambaşkaydı. Güzel günlerdi. | |||