RİFAT - RAZİYE HATAY HATIRALAR
Ana Sayfa Yönetici Giriş
Sayfa Şablonu:
1...5678 « Önceki Sonraki »
Toplam : 151 mesaj
Mesaj Yaz

Konu: MEKTUP / İsim:  17/07/09 20:16
Ben ilkokulu bitirdiğimde ilçemiz Altınözü’nde ortaokul yoktu. Bu yüzden canım babam ortaokulu olan herhangi bir yere tayininin çıkması için dilekçe vermişti. Kısa bir süre sonra ilk kez ismini duyduğumuz Mersin şehrinde elemana ihtiyaç olduğundan dolayı babamın tayini oraya çıkmıştı.
Babam Mersin’e giderek göreve başladı. Biz Altınözü’nde yalnız kalmıştık. Annemin babamdan ilk ayrılığıydı. Annem de çok hassas olduğu için bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını sormaya gelen babamın daire arkadaşlarını gördükçe çok üzülürdü.
Bir gün özlemi çok artmış olacak ki babama bir mektup yazmış. Ali ile beni çağırdı ve mektubu postaya vermemizi isterken çok sıkı bir şekilde ‘bu mektubu sakın açmayın’ diye tembihledi.
Tabi ki malumuz üzere Ali ve ben mektubu yolda açtık ve son satırına kadar okuduk. Hasret ve özlem dolu bir mektuptu. En ilginci ise en son satırlarda yazan ‘seni şapır şupur öperim’ cümlesi idi. Biz tabi ki bu sözleri söyleyip söyleyip gülmeye başladık. Annem bir müddet sonra mektubu açtığımızı öğrendi ve ‘Allah canınız almaya’ diye bizi azarladı. Bu olaydan sonra kimsenin mektubunun açılmayacağını öğrenmiş olduk…

Konu: Dudu Hala / İsim:  04/04/09 19:16
Dudu Hala annemin öz halası. Yani annemin babasının öz kız kardeşi. Bizde ona Dudu Hala derdik. Ama ne halaydı.
Ben kendisini hatırladığım zaman yaşı 60–70 olmalıydı. Esmer, orta boylu, hafif kamburumsu ve yüzündeki kırışıklıklar sima olarak hatırladığım şeyler.
Ama ille o gözler o gözler. Masmavi, boncuk mavisi gözler. Baktığı zaman adeta insanı delip geçen gözler.
Gerçi babam gibi gözlerini bahlek gibi açıp bizi korkutmazdı ama bakınca da kaçacak yer arardık.
Çok otoriter, dediğim dedik, her şeyi ben bilirim hepiniz benim kölemsiniz tavrında bir kadın. Sanki eski bir Osmanlı kadını.
Elinde 99 luk namaz tespihi, sadece namaz sonrası tespih çekmeye yaramıyor, yaramazlık yaptığımızda bizi de bu tespihle kovalama işlevi de görürdü. Tabii ki bizi masa altından veya sedir altından çıkarabilirse.
Biz o zaman Antakya’nın kazası Altınözü’nde oturuyoruz. Dudu Hala da Antakya’nın Çinçin mahallesinde.
Ara sıra Antakya’ya babamlarla geldiğimizde Dudu halanın evinde kalırdık.
Babam annemi istemeye geldiğinde Dudu hala babama;
-Yavrum “Bu kızı sana vermiyoruz sülalene veriyoruz” demiş. Babamlar Antakya’nın eşrafında Şahbozadelerden. Hangi kızı isterseler alırlar. Onun için Babam Dudu Halayı hem çok sever hem de korkardı. Nede olsa kayınvalidesi gibi.
Ben hatırlamıyorum Ablam 6–7 ben 3–4 yaşımdayım O zaman kardeşim Nigül henüz doğmamış.
Ben bir gün hastalanmışım. Boynumda bir yara (abse) çıkmış. Altınözü’nde halledilememiş beni Antakya’ya sevk etmişler. Ateşler içinde yanıyor ve boynumu sağdan sola çeviremiyormuşum.
Babam rahmetli hastalıklarımıza çok düşkündü. Hemen bizleri toplamış Antakya’ya getirmiş.
Doktora göstermiş sonrada bizi ve annemi Dudu Halanın evine bırakmış.
Sonra gidip dayım Fuat Akay ve dayımın kayınpederi Mahmut amca ile buluşmuş.
Dayım ve Mahmur Amca babam ne zaman gelecekte bizi bir içmeye (beklide pavyona) götürecek diye yolunu gözlerlermiş.
Babam çok çabuk gaza ve dolduruşa gelirdi. Ona biraz “Sen Rıfat ağasın, sen şöylesin, sen böylesin” diyene yapmayacağı şey yoktu. Babamın bu huyunu bilen dayım ve Mahmut amca ufak bir pohpohlama ile babamı alıp götürmüşler. Gece saat 2-3 e kadar içmişler.
Sonra sarhoş bir halde Dudu Halanın evine gelmişler.
Tabii bu ara annem perişan. İki çocukla halasına sığınmış. Bir yandan ateşi düşmeyen çocuğu, ne yapacağını bilmez bir halde.
Gece saat 3 te kapının zilini çalınca annemi bir ağlamak tutmuş. Dudu Hala
- Sen dur kızım kapıyı ben açayım demiş.
O sıra 3 ahbap çavuş babamı kapıya sürmüşler. Kapı açılınca babam daha selam vermeden Dudu halamdan okkalı bir tokat yemiş (Osmanlı tokatı mı desem)
-Sen kim oluyorsun da bu kadını bırakıyorsun içmeye gidiyorsun diye Dudu hala bir bağırmış ki Dayım ve Mahmut Amca hemen sır olup kaçmışlar. (Antakya’ca Tıllıs)
Tabii ki babam bin bir özürle bin bir tövbe ile af dilese kaç para.
Daha sabah olmadan da kös kös Altınözü’ne dönmüş. Ancak bir hafta sonra hanımını ve çocuklarını almaya gelmiş.

Konu: Evde Tiyatro / İsim:  02/04/09 20:18
Bir önceki anımda kahvede yapılan tiyatrodan bahsetmiştim. Gösterileri izleyip de durur muyuz? Ertesi gün okulda bir tiyatro lafı aldı yürüdü. 5. sınıftaki arkadaşımız Çetin: "Ben size evde tiyatro oynatacağım." dedi. Hepimiz tiyatronun evde nasıl yapılacağını merak etmiştik. Tabi ki bu işi gerçekleştirmeyi çok istiyorduk. Sadece bir sorunumuz vardı ve aşılması zor görünüyordu. O sorunumuz da ailemiz tarafından yapılan biz kızların, erkeklerle görüşmeme baskısıydı. Annemiz ve babamız bize sürekli erkeklerle görüşmeyin diye tembih ediyorlardı. Belki de o dönem ve küçük çevre böyle olmasını gerektiriyordu. Sadece Ali gibi benim de mantığıma sığmayan şeyleri bir türlü kabul edemiyordum. Bize erkeklerle görüşmememiz gerektiği söyleniyordu. Çok sevdiğim babam erkekti. Canım kardeşim erkekti. Ben onları çok seviyordum. Diğer erkekler niçin kötü olsunlardı ki. Okulda erkek arkadaşlarımızla normal olarak görüşüyorduk. Ama şimdi eve davet edip tiyatroyu nasıl oynatacak idik? Buna izinli değildik. Ne kadar da çok merak ediyorduk Çetin nasıl tiyatro yapacak diye.
Sonunda Ali ve ben kararımızı verdik ve evde tiyatroyu oynatacaktık. Nasıl mı yaptık? Tabi ki annemize ve babamıza haber vermeden, gizlice.
Nasıl olsa babam dairede çalışıyordu. Annem de öğleden sonra kabul gününe gidince fırsat bu fırsat hemen bütün arkadaşlarımızı bizim evde topladık. Çetin bize öncede ngerekli malzemeleri söylemişti. Biz de annemin beyaz yatak çarşafını ve feneri hazırladık. Arkadaşlarımızı salona oturttuk, pencere perdelerini kapattık ve kapının önüne beyaz çarşafı gerdik. Oda karanlık olmuştu. Feneri yaktık ve çarşafın arkasına koyduk. Çetin daha önceden gazeteden kestiği adam şekillerini perdenin arkasından fener ile birlikte gelen ışıkta konuşturup oynatmaya başladı. Bütün arkadaşlarımız Çetin'in maharetine hayran kalmıştı. Ve çok beğenmişlerdi. Ali ve ben de beğenmiştik. Sadece bizi üzen, gizlice yaptığımız işin suçluluk duygusu, ya babam duyarsa ne cevap veririz korkusu idi. Bu sırrı bir süre sakladık ve sonra annemize anlattık. Çok korktuğumuzu anlayınca o da babamıza birşey söylemedi.

Konu: SİHİRBAZLIK / İsim:  31/03/09 03:30
Canım kardeşim,
Ben seninle aynı kanaatte değilim.İskambil kağıtları ile bir çok numaralar yaptığını,bunun için bir de kitap aldığını hatırlıyorum.Zamanın olmadığı için uğraşamıyorsun.Belki emekli olunca.
Bana göre dünyanın en tatlı sihirbazı sensin.

Konu: Sihirbaz Ali / İsim:  30/03/09 14:29
Ablacığım; Hatıranı gözyaşları içinde okudum.
Anlattıklarının fazlası var, eksiği yok.
Gerçekten öyle. Ama en sonda yazdığın
"Ali sihirbazlığı ilerletti" cümlesi okuyanı Ali'nin sihirbaz oduğunu zannetirecek
He.. He.. He..

Konu: Sihirbaz / İsim:  29/03/09 13:18
Günlerden birgün yine Altınözü'ndeyiz. Sanıyorum ben 3. sınıf, Ali de 1. sınıfta olmalı. Okulda öğretmenimiz, bugün kahveye tiyatro geliyor, görmeniz iyi olur demişti. Eve geldiğimizde babamın bu gösteriye gitmek istediğini fakat bizi götürmeyeceğini anladık. Ali ile ben durur muyuz? Baba lütfen bizi de götür, baba lütfen bizi de götür diye yalvarıyorduk. Babam kahvede olduğu için sanıyorum bizi götürmek istemiyordu. Sonunda ısrarlarımıza dayanamadı ve tamam siz de gelin dedi. Çok sevindik. İlçemizde olan tek kahveye doğru yola çıktık. Malum kahvede sadece erkekler toplanmıştı, bayanlar yoktu. Tiyatronun konusunu tam hatırlayamıyorum ama sanıyorum kahramanlıkla ilgili idi. Çeşitli gösterilerden sonra sıra sihirbaza geldi. O da şapkadan tavşan çıkarma, sopasının içinden rengarenk mendiller ve çiçekler çıkarma gösterileri yaptı. Biz hayretle izliyorduk. Bir gösterisi vardı ki, çok ilgimizi çekti. Sahneye aldığı birisinin karnını açtı, göbeğinden su çıkardı. Sihirbazın bu gösterisi bizde çok merak uyandırmıştı.
Ertesi gün Ali, bu konuyu çok düşünmüş olmalı ki, aniden ben bu sihirbazın göbekten su çıkarma olayını yaparım dedi. Ben yine nasıl yapacak diye düşünürken, benim akrüt kardeşim, göbeğini açtı. Tabi ki önceden malzemeleri hazırlamış, gerekli ön hazırlığı da yapmış. Annemin hunisini aldı, göbeğine dayadı ve oradan sular şakır şakır akmaya başladı. Karşı tarafta ben arkadaşlarımla birlikte çok şaşırmıştık ve bu işin sırrını çözemiyorduk. Sonra bir ara dikkat ettim, canım kardeşim, akrütüm, bize göstermeden yine yanına hazırladığı su dolu kasenin içinden bir topak pamuğu ıslatıp ıslatıp yukarıdan huninin ağzından pamuğu sıkarak suyun akmasını sağlıyordu. Bizim gibi garibanlar da nasıl yapıyor diye hayretler içinde bakıyorduk.
O yaşta kendi aklını ve mantığını kullanarak, bu işin imkânsız olmadığını ve bunu başkalarının da başarabileceğini düşünmüş olması çok ilginç. Kardeşimin sihirbazlık konusuyla ilgilenmesi devam etti. Ve bu konuda kendini geliştirdi

Konu: Teşekkürler / İsim:  22/03/09 15:34
Canım kardeşim bir anısını gene çok güzel anlatmış.Ellerine dillerine sağlık.Bizi de bu anıyla birlikte gülümsetti ve hiç aklımızdan çıkmayan,unutmadığımız babamızı bir kez daha hasretle anmamıza neden oldu

Konu: Pratik Çözüm / İsim:  22/03/09 15:28
1970-1971 yıllarıydı.Hatice’nin evi diye andığımız çocukluk evimizin alt katındaydık.Annemin Tarsus’ta oturan Azime teyzesi, kızı Menekşe abla ve Ankara’da oturan oğlu Mehmet abi (rahmetlik) arabalarıyla bizi ziyarete gelmişlerdi.Sohbet muhabbetten sonra Fuat dayımlara da gitmek istediler.Evleri bize yakındı ama birkaç sokak ilerlerde mahalle arasında idi.Yabancı birinin bulması zor olabilirdi.Babam, Mehmet abiye el kol hareketleriyle yolu tarif etti,ama anlaşılamayacağını tahmin etmiş olacak ki,pratik zekasıyla hemen bir çözüm getirdi.Arabanın ön kaputunun sağına biblo gibi oturdu,”haydi gazla” dedi.Ve biz ev halkının ve sokaktakilerin, gözü önünde arabanın önünde oturan babam ile araba ilerde gözden kayboldu.Olurmuydu? olmazmıydı? derken gözlerimize inanamamıştık. Ama gülmekten yerlere yattığımızı hatırlıyorum,hala o sahne dünmüş gibi gözümün önüne geldikçe gülüyorum.Bu sahneyi gözünde her canlandıran kişi de eminim çok gülecektir.Pratik çözümlerin meşhurdu,babacığım.Hayatımızı kolaylaştırmak için elinden geleni yapardın.Ben bununda eksikliğini çok hissediyorum.

Konu: Postanenin Bisikleti / İsim:  22/03/09 15:26
Babam Mersinde postanede yaya dağıtıcılığı yapardı. Adı üzerinde yaya dağıtıcısı. Meslek icabı Mersinde gelen postayı yayan olarak dağıtırdı. Hatta postacının birde çantası olurdu. Bunu omzuna takar gezerdi. Ama rahmetli bundan hiç hoşlanmazdı. Daha sonra posta dairesi yaya dağıtıcılara bisiklet verdi. Ama zannediyorum bisikleti sadece telgraf dağıtanlar kullanıyordu. Bu nedenle babamda sırf çantadan kurtulmak için telgraf dağıtıcılığına geçti.
Bu bisikletin benim üzerimde bayağı bir etkisi ve hatırası vardı. Her şeyden önce bisikletin önünde bir sepet vardı. Buraya eşya falan konulurdu.
Asıl özelliği bisiklete binmeyi ben bu bisiklette öğrendim. O zamanlar 12-13 yaşlarındaydım.
Bana bisiklete binmesini halamın oğlu İhsan Abi öğretmişti. Mersin’de Şimdiki Atatürk parkı yoktu boş arsada 1-2 günlük alıştırmalardan sonra düşe kalka bisiklete binmeyi öğrendim.
Ondan sonra bu bisikletin öğlen babamla gelmesini dört gözle beklerdim. Bizim ailede babam 12 civarında gelir ve hepimiz ablam, kardeşim ve ben ailecek sofraya oturur ve yemek yerdik. Sonra babam mesaisine giderdi. Ben çabuk çabuk yemeğimi yer ve hemen bisiklete atlardım. Sağ olsun babama bir şey demezdi. 15-20 dakikada olsa Mersin’de bir tur atar gelirdim.
En büyük zevkim Mersinde eski halin olduğu yere çıkıp sonrada rampa aşağı hiç pedal çevirmeden Silifke caddesine kadar gitmem olurdu.
Hatta bu arada birde ablamı gezdireyim demiştim de ablamı düşürmüştüm. Zavallı asfalta 180 derce yayıldı. Allahtan kırık çıkık yoktu. Bir iki sıyrık ile atlattık. Ama canım ablam bana kızıp azarlayacağı yerde hevesim kırlmasın diye tekrar bisikletin arkasına bindi öyle eve geldik.
Evet ne diyorduk. Bir gün baktık babamı bisikletle beklerken yayan geldi. Bende tabii ki babamın yolunu gözlüyorum. Tabii ki babamı gözlüyorum ama bisikletli babamı. Ama bisiklet yoktu. Daha sonra babam üzgün üzgün olanı biteni anlattı. Meğerse bisikleti dairenin önünden çaldırmış. Halbuki kilidi falanda vardı ama daireye girerken nasıl olsa hemen çıkacağım diye kilitlememiş. Hırsız veya hırsızlarda bunu fırsat bilerek bisikleti çalmışlar. Tabii ki hepimiz üzüldük. Ben 2 kat üzüldüm.
Bu bisiklet hiç bir zaman bulunamadı. Üstelik babacığım her ay maaşından belli miktarlarda ödeme yaparak bisikletin parasını ödedi. Ailemiz içinde bayağı bir sıkıntı oldu.
O zaman babama hiç gülmemiştim ama yıllar sonra benim başıma geldi. Bir bisiklet almıştım. Bir müddet gezdim, tozdum. Sonra aklıma geldi “Yahu bende babam gibi bisikleti çaldırmayayım” dedim. O gün bisikletle markete gittim. Bisikleti market önüne koydum. İçeri girip bisiklete kilit aldım. Çıktım baktım bisiklet yok olmuş. Aman deyip sağa sola koştuk ama nafile bisiklet uçmuş. Kilitle öyle kalakaldım. hatta bu kilidi eve getirdim çocuklara anlattım bayağı bir güldük.

Konu: KIRMIZI PABUÇLAR / İsim:  22/03/09 15:24
Altınözün’den Antakya’ya geldiğimiz günlerden birinde bana ayakkabı alınması gerekiyormuş.Ben anca 8 veya 9 yaşlarındaydım sanıyorum.Alınması gerekli imiş diyorum çünkü ben farkında değilim ve böyle bir isteğim de olmadı.Annem ve babam ne için bizimle birlikte çarşıya gelmediler bilemiyorum.Bana teyzen ile git dediler.Ayten teyzem ve ben dükkanların vitrinlerine baka baka giderken kırmızı bir ayakkabı camdan beni çağırıyor, ”Gel Nuran gel beni al” diyor,Teyzem ve ben içeriye girdik, ayakkabıyı istedik deneme için ayakkabıları giydim kırmızı renkli,yumuşacık derili, sivri burunlu ve şimdiki fiyonk makarna gibi cici mi cici, minnacık fiyonkları var. Gözüm kırmızı pabuçlarda, o kadar beğenmişim ki, bir türlü ayağımdan çıkaramıyorum.Teyzem de benim hislerimi anlamış olmalı ki, ”Bu ayakkabı kaça?” diye sordu. Satıcı ”40 lira” dedi.Teyzem parayı ödedi, çıktık.Mutluluktan havalara uçuyordum.Eve geldiğimizde tabiiki herkes ayakkabıyı çok beğenmişti.Bir müddet sonra babam”kaça aldınız?” diye sordu. Teyzem hiç tasasız ”40 liraya”dedi.O anda babamın yüzünün aldığı şekli ömrüm boyunca unutamam.Canım babam gene de ağzını açıp tek bir kelime bile etmedi.Bir zaman sonra 40 liranın bizim için korkunç bir para olduğunu kavradım.Canım babamım maaşı anca 105 lira veya biraz daha fazla imiş. Okuldaki tüm arkadaşlarım benim kırmızı pabuçlarımla öylesine ilgileniyorlar, öyle sorular soruyorlardı ki, anlatamam. Onlar da benim gibi hayatlarında böyle bir şey görmemişlerdi.Kışın içinde ayaklarımızın donduğu kara çizmelerle çamurlara bata çıka bitmez tükenmez Sarılar Köyü İlkokulu’na gider gelirdik. Arkadaşlarımızın bir kısmı bu soğuk kış günlerinde çizgili el dokuması mintanları ve takunyaları ile okula gider gelirlerdi. Elleri mos mor,burunlarından bitmez tükenmez sümükler sünerdi.Neden böyle oluyor diye kendi kendimize öfkelenir ama elimizden hiç bir şey gelmezdi.
Ben de kırmızı pabuçlardan sonra aile ekonomisini öğrenmiş oldum. Daha sonra aileme yük getirecek hiç bir şey istemedim.Hatta öğretmenimiz Cumaali Bey bizi pikniğe götürmüş ve kendi fotoğraf makinası ile fotoğrafımızı bir lira karşılığın da çekmek isteyince ben saatlerce olmaz demiştim.Sonra zorla çektiler. Tabii ki, ben de beş karış bir surat, elimde bir çöp, yerleri kazarken.

Konu: Gözlüğe cevap / İsim:  22/03/09 15:23
Canım kardeşim Ali, yukarıda anlattığı anısında gazete ilanına kanıp,verdiği siparişe babamın duysaydı ne derdi acaba diye merak ettiği sorunun cevabını ben vereyim.Hiç şüphesiz ki canın sağ olsun oğlum derdi.
Onda ki ve annemdeki bu sonsuz hoş görü şimdi biz de de var. Biz de çocuklarımıza buna benzer olaylarda canın soğ olsun yavrum diyoruz.

Konu: Gözlük / İsim:  22/03/09 15:22
Kaç yaşında olduğumu hatırlamıyorum. Ama ortaokul sıraları olabilir. Medyada (o zaman sadece gazete vardı) “bakınca karşındakini çıplak gösteren gözlük çıktı” diye reklamını vermişler. Yapanlarda Japonlar. O zamanlar Japon deyince akan sular dururdu (Bugünde öyle ama işin cılkını çıkardılar)
Neyse çocukluk işte harçlığımı biriktirdim, babama haber vermeden gözlük sperişini verdim. 1 hafta sonra gözlük geldi. Geçmiş zaman bayağıda bir para. Gözüme takmadan önce inceledim. kağıttan bir gözlük ortada 2 tane delik. Deliklere bildiğimiz tavuk tüyü konmuş.
Kullanma talimatında gözünüze takın (Nereye takacaktım k?) gözlerinizi kısın ve karşıya bakın yazıyordu.
Tabii ki bir şey olmuyor. Sadece karşıdaki kişi sana fena halde gülüyordu.
O zamanlar tüketici hakları da yoktu. (Taş devri zamanı) Kimi kime şikayet edeceksiniz.
Gerçi bu işte Japonların suçu yok. Bizim 1-2 açık gözün akıllılığı. Tabii bizim gibi balıklar oldukça bunlara çok ekmek çıkacaktı.
Olan benim harçlığıma oldu. 1 ay harçlıksız kaldığımı biliyorum.
Ama iyi tarafı öyle her gördüğüme inanmama tecrübesini kazanmış olmamdı.
Babmın haberi olsaydı ne derdi acaba?

Konu: Trafik Kazası / İsim:  22/03/09 15:22
Sene 1969,ben ilkokul son sınıftaydım.Babamın yine Ankara’da resmi işleri vardı.Annemi ve beni de götürüp oradan İstanbul’a halamın kızı Nevin’leri ziyaret edip 1-2 gün kalıp, onlarla beraber Mersin’e dönmeye karar verildi.Mutlu ve heyecanlıydım,İstanbul ve Ankara’yı görecektim.Öğretmenim Halil Dönertaş’tan izin alındı ve turumuz başladı.
O otobüs yolculukları,Ankara ,İstanbul’un güzellikleri dün gibi aklımda.Gülhane parkında yediğimiz ekmek arası balığın tadı, annem ve benim damağımızdan çıkmıyor.Ama asıl hafızalarımıza kazınan trajikomik olayımız ”trafik kazamız” dı.Nevin abla,eşi Altan abi ve oğlu Turgut hep birlikte gezilerimizi bitirip Mersin’e dönmek üzere otobüse bindik.Babam bizim rahat edebilmemiz için,en önde boş olan bir koltuğa oturdu.Her şey çok güzeldi,ta ki Kızılcahamam yakınlarına kadar.Sabah olmaya yakın bir saatti,Aniden otobüsümüzün sarsılarak yoldan çıktığını,tarlaya girip sürüklenerek yan yattığını hatırlıyorum.Otobüs sağa doğru devrilmişti.Ben annem ile sol taraftaki koltuklarda oturuyorduk.Sol taraf yolcularının hepsi aşağıya düşmüştü,annem ise bana ve koltuğa sarılmış yukarda kalakalmıştık.Aşağıda çığlıklarla çırpınan insanlar vardı.Bir müddet hafıza durmasından sonra kendimize geldik.Annem”babanları arayalım” dedi.Ve bulunduğumuz yerden aşağıya atladık.Kırılan ön camdan annem ile el ele tutuşarak dışarı çıktık.Babam ve Nevin ablalar bizden önce çıkmışlardı.Altan abi”yenge kulağım yok” diye kıvranıyordu,kulağından kan fışkırıyordu.Annem onu sakinleştirerek”kulağın yerinde” dedi, oradan bulunan bezler ile tampon yaptı.Nevin ablanın da dizinden kan fışkırıyordu,ona da tampon yapıldı.Turgut 2 yaş civarındaydı,kaza esnasında ön camdan fırlamış,”tuvaletim var” diye bağırıyormuş.Ben ve annemde hiç bir şey yoktu,ama asıl olaylar babamda odaklanmıştı.
Hayatım boyunca hiç aklımdan çıkmayacak bir şekilde babamı bulmuştuk.İnsanın sevdiklerinin öyle bir durumuyla karşılaşması çok korkunç ve acı.Hiç kıyamadım,Canım Babam mekanın cennet olsun.Yüzü bembeyaz,topraklara bulaşmış,kirpikleri topraktan görülmüyor.Köprücük kemiğinin yanından kan fışkırıyordu,Kendi kendine tampon yapmaya çalışıyordu.İlk şoklar atlatılınca başka otobüslerle Ankara’da Numune Hastanesine götürüldük.Gerekli müdahaleler yapıldı.Babam göğsünde, Nevin abla bacağında,Altan abi kafasında sargılarla(sanki savaştan çıkmış gaziler gibi)tekrar yollara düştük.Mersin’e döndük.Halamın evine girişimizde unutulmayacak şekildeydi.Halam yaralıları görünce dikiş makinesinden,bembeyaz korkmuş bir yüz ile kalktı.Kızı ve damadını görüp te abisini göremeyince”abim nerede” diye bağırmaya başladı.Bizi öyle gören ailenin her ferdi birer şok atlattı.
Daha sonra kazayı babamın ağzından şöyle dinledik.”Ön koltukta otururken şoförün başının öne düştüğünü ve uyuduğunu gördüm,sen ne yapıyorsun demeye kalmadı,otobüs yoldan çıktı,tarlaya devrildik.Benim başım yumuşak olan toprağa gömülmüştü.Nefes alamıyordum.O an da Yarabbim ben ölüyorum 3 çocuğuma kim bakacak diye düşündüm.O sırada Allah tarafından başımı kaldırmak aklıma geldi.Kaldırınca aldığım nefesten sonra şükrettim ve elimi uzatarak yardım istedim.Birisi beni çekerek dışarı çıkardı.İkinci yaşama dönmüştüm”Eminim bu yaşama sevinci çocuklarının geleceğini hazırlamak ve onları yuvalarında mutlu görmenin umuduydu.Canım babam o kazadan sonra sol kolunu yukarıya doğru kaldıramazdı.
Günler geçip herkes iyileşince,olay artık espriye dönmüştü.Babamın yüzü topraktayken biraz önce yazdığım duası ve başını kaldırdıktan sonra snıf snıf nefes alarak şükretmesi senelerce söylendi,gülündü.
Babacığım senin onları düşündüğün gibi 3 çocuğunda seni düşünüyor ve sana torunlarınla beraber dua ediyorlar.Allah senden razı olsun, günahlarını affetsin,mekanın cennet olsun.

Konu: Nöbet Ertesi / İsim:  22/03/09 15:20
Ben ilkokul, abim ortaokuldaydı,sene 1966 veya 1967 idi.
Küçük evimizde oturuyorduk.Ablamın da olduğu, çocukluk hatıralarımızın çoğu ve en güzellerini geçirdiğimiz bu evi”Hamido’nun Evi”diye de anarız.
Babam yine bir sabah gece nöbetinden gelmiş,dinlenmek için uyuyordu.Ben de abim ile 2 katlı olan evimizin ara merdiveninde oynuyorduk. Ben merdivenin üst tarafında,abim alt tarafındaydı.Bir ara çok ses yapmış olacağız ki, birden babam kapıda beliriverdi.Rüzgar gibi benim yanımdan abimin yanına indi,ona vurdu, dönerken de bana vurdu ve tekrar gidip yerine yattı. Kaç dakika donakaldığımızı hatırlayamıyorum,sonra oyunumuza sessizce devam ettik.Hayatın boyunca senin vurma ve kızmalarına maruz kalmamıştık,çünkü bize yani çocuklarına hiç kıyamazdın.Ama orada sen haklıydın.Senin gece yorulmuş olabileceğini düşünememiştik,Belki de düşünecek yaşta değildik.Şimdi başımıza gelince yorgun zamanlarımızda seni anlıyoruz. Hakkını helal et
babacığım…

Konu: Yanlış Otobüs Macerası / İsim:  22/03/09 15:18
Sene 1965-70 yılları arası,babam resmi işleri için günü birlik Ankara’ya gitmişti.Gece döneceğini sanıyorduk. Fakat ertesi gün oldu,
hala ortada yoktu. Bizim için meraklı geçen saatlerden sonra yorgun,argın çıkageldi.Başından geçenleri kendi ağzından dinledik.
Akşam üzeri işlerini bitirdikten sonra ön camında Mersin-Ankara-İstanbul yazan otobüse binmiş,tabi günü yorgun geçirdiği için hemen uyuyakalmış.Bilmediğimiz bir sürenin sonunda muavinin ”Hereke yolcuları” diye seslenmesiyle heyecanla yerinden fırlamış.”Kaptan bu otobüs Mersin’e gitmiyor mu? diye bağırmış.Bu arada otobüstekilerin güldüğünü söylüyordu.Meğerse camdaki tabelada İstanbul-Ankara-Mersin yazıyormuş,yani otobüs Mersin’den gelip İstanbul’a gidiyormuş.Babacığım yanlış okumuş.Tabi başka otobüs bulup Mersin’e gelmesi de bir günü bulmuştu.Allaha şükür kavuşmuştuk ama bu söz senelerce ailemizde espri olarak hafızalarımıza yazılmıştı.
”Kaptan bu otobüs Mersin’e gitmiyor mu?” Nur içinde yat babacığım.

Konu: Acı Şaka / İsim:  22/03/09 15:17
Tahminimce sene 1985 veya 1986 yılıydı. O yıllarda Ankara Etimesgut Askeri Lojmanlarında oturuyorduk. Babamın Emekli Sandığında veya Bakanlıklarda bir işi varmış, gelmişken bize de uğrar görüşmüş oluruz umudundaydık. Akşam saatlerinde babam elinde o meşhur büyük kolilerinden biri ile çıkagelmişti. Senelerce abime, bana, ablama yaptığı ve yaparken zevk aldığı, PTT ci elinden çıktığı ve düğümleri nakış gibi işlenmiş iplerle sarılı, bıkmadığı usanmadığı, içinde sebze, meyve dolu o meşhur kolilerden biri vardı elinde. Gündüz işlerini halletmiş akşam da koliyi bize bırakmaya gelmişti.
Daha hoş geldin demeden “Gece döneceğim” diye tutturdu. Zaten dönüş biletini bile almış öyle gelmişti. O zamanlar gazete bayiliği işini yürütüyordu. Dükkanı erken açması gerektiğini bahane ediyor, Mersin’e dönmesi gerektiğini söylüyordu. Bütün ısrarlarımıza rağmen vazgeçiremedik. Çünkü dediğim dedik biri olduğunu herkes bilir. Bu onun kendine has özelliklerinden biriydi. Dediği gibi de gece geri döndü. Sabah uyandığımızda radyo haberlerinde “Adana yolunda bir otobüsün kaza yaptığını yedi sekiz ölünün ve çok sayıda yaralının olduğunu ve bir kadın ile iki erkek yolcunun kimliğinin tespit edilemediğini” söylüyordu. Hemen telefonlara sarıldık. Dükkanın telefonu cevap vermiyordu. Annemi aradık o da eve gelmediğini ve uğramadığını söyledi. O saatte Mersin’e varmamış olması imkansızdı. Annemi de telaşlandırmak istemiyorduk. Babamın hangi otobüs firmasıyla gittiğini de bilmiyorduk. O an ki telaş, üzüntüm, kaygım gün gibi hatırımda. Bir taraftan ağlıyor bir tarafda da “Allah’ım bari yaralılar arasında olsun” diye dua ediyordum. Saat sabah 8.30 olmasına rağmen bütün girişimlerimiz sonuçsuz kalmış, elimiz ayağımız bağlanmıştı. Korkunç bir panik halindeydik. Saat 9 ‘a doğru nihayet dükkanın telefonu cevap verdi ve babamın sesini duyabildik. Meğerse Mersin’e erken gelmiş, dükkanı açmış ama annem arıyor diye onu meraklandırmak ve şaka yapmak için telefonlara cevap vermiyormuş. Ben ve Cevdet rahatlamıştık. Ama benim sinirlerim boşalmış sürekli ağlıyordum. İş yerinde de ağlamam bütün gün devam etti. Daha sonraları Cevdet o günü hatırlatarak bana gülüyor “Bari yaralılar arasında olsun diye dua ediyordun” diyordu.
Tatlımı acımı tam olarak bilmiyorum ama bir anı olarak kaldı bizde. Eh.. Babam yine şakasını yapmıştı işte…. Mekanın cennet olsun.. Allah günahlarını affetsin..

Konu: Kazan Dibi / İsim:  22/03/09 15:16
Kafamda babam ve annemle ilgili anıları sıraya koyarken, bu anıyı ne zaman yazacağımı bilmiyordum. Dün, sevgili kız kardeşim Nilgün’ün ‘Son Tohum’ ismi ile yazdığı anıyı okuyunca, ben de diğer anılardan önce bu anıyı yazmaya karar verdim.
Antakya’ya halamların yanına sık sık gider ve kalırdım. Gidişimin birinde,.orada uzun bir süre kaldığımı hatırlıyorum. Günlerden bir gün, annem, hatırlamadığım bir nedenle, Altınözü’nden taksi ile bizi ziyarete geldi. Çok acelesi olmalı ki arabadan bile inmedi, halam, halamın çocukları ve ben hep beraber taksinin etrafını çevirmiştik. Annem camdan Nilgün’ü bana uzattı. ‘’Tanrım!!! Canım kardeşim, ne kadar büyümüş,ne kadar güzelleşmiş, kocaman lacivert gözler, kıvır kıvır upuzun kirpikler, seni ne kadar özlemişim…’’ Kucağıma aldım doyasıya öptüm..
Ali ve ben her yaramazlık türü oyunumuzda, kılıç kalkan oyunu, yastık savaşı ve diğer patırtılı kütürtülü oyunlarımızda, daima ve en önce, Nilgün’ü kendimizce
emniyetli bulduğumuz en iyi yere yerleştirmeye çalışırdık. Bunun için onu sık sık Altınözü’ndeki evimizin bahçe duvarının üzerine oturtturduk. O yavrum, o kadar masum ve sakindi ki oturduğu yerden hep bizi seyrederdi.
Babam hepimizle gurur duyar, hepimizi çok severdi. Nilgün’ün de anısında anlattığı gibi, bize bakarken; ‘’Tohuma bakın tohuma!!! Ben neymişim be!!! ‘’ diye öğünürdü… Tabii ki, annem de; ‘’ Sen tarlaya bak, tarla iyi olmazsa tohum bir işe yaramaz’’ diye hemen üstüne limonu sıkardı.
Değişik zamanlarda, bir kaç kez, babamın, Nilgün için aynı övünçle bahsettiğine tanık oldum. Onun için ‘’kazan dibi’’ derdi. Çocukluğumuzdan bu yana annemin, ‘’çocukların yanında kapaklı konuşun’’ dediğini biliyordum. ‘’Bu kapakta neyin nesi? Sepetin kapağı mı?’’ Diye düşünürken, bir sözün, söylendiğinden ayrı manalara da gelebileceğini öğrendim. Bundan sonra bana kapak mapak sökmedi artık. Ne söylenirse, acaba başka ne anlama geliyor, neyi kastediyor diye düşünüp , her lafın gidebileceği yerleri ve anlamlarını buldum.
Kazan dibinin de ne anlama geldiğini kendi kendime buldum… Ben anne ve babamın ilk çocuğuydum…İlk göz ağrısıydım… Ben doğduğumda babam; ‘’herkes gitsede şu çocuğun yüzünü bir görsem’’ diye beklemiş. O zamanın saygı ve terbiye kuralları…
Elbetteki ikinci çocuğu erkek düşlemişler… Bunun için babam kazanı karıştırınca, annem de üç Kulhuvallahu ile üç Elham okuyup sağ yanına yatmış. Çok şükür ki, bu duaları Tanrı kabul etmiş, ve canım kardeşim Ali, iri kahverengi gözleri ve de tatlı göbüşü ile dünyaya gelmiş.
Aradaki et bebeğimizden sonra, Nilgün, bütün haşmetiyle, dünyaya, pek minicik, torbasını bile yırtamadan, annemin deyişi ile; ‘’Güllü nenem tarafından, torbası yırtıldıktan bir müddet sonra, çok hafif bir ‘vaaaa!’ sesiyle, sanki bir üvez sesi gibi bir ses verip, yaşama merhaba demiş.’’. İki kilo kadar ağırlığındaki bu farecik, güzelliğini babaannemden almış olmalıydı ki; zaten giderek halamın gençliğindeki güzelliğine çok benzedi..
Dünya güzeli kardeşimin yırtamadığı, o sağlam mı sağlam torbacığını ebesi Güllü nenemiz temizliyor, kurutuyor ve ‘’ Bu uğurlu bir torbadır… ’’ diyerek anneme teslim ediyor. Annem bu torbayı yıllarca saklıyor ve sanıyorum ki, Nilgün’ün çeyiz sandığına koyuyor.
Babamın kazanın dibini tecrübe ile iyice karıştırması ve öğünmesi boşuna değildi. Canım babacığım, annesinin (babaannemin) ismini bana (Ganime), güzelliğini ise, kardeşim Nilgün’e vermişti.

Konu: Canım Babam 3 / İsim:  22/03/09 15:15
29 Senede Eriyen Bakışlar
Ben duygusal biriyim, Yaratan Allah’ım öyle yaratmış.
Üniversiteyi kazandığım 1977 senesiydi.Babamın ileri görüşlülüğü, fedakarlığı,cefakarlığı sayesinde İstanbul”da okula başladım.Her şey güzel ama ayrılık çok acı.Evden ayrılıp babamın İtimat otobüsleriyle İstanbul”a yolcu edişlerini unutamıyorum.Hareket saati geldiğinde,babamın dışarıdan gurur,hüzün, yalnızlık dolu bakışlarını geriye dönüp gidişini unutamıyorum.Benim Toroslar’dan Aksaray”a kadar ağlayarak uyumaya çalıştığımı unutamıyorum.Bu 5 sene böyle sürdü.
Daha sonra evlilik hayatımda babamın bizi uğurlarken bakışları daha değişti.Mesleğimi elime vermenin gururu,hayatın benim için neler getireceğini bilememenin merakı, biz ve torunlarından ayrılmanın hüznü ve yine ayrılık çöken bakışları unutamıyorum.Bu da 20 sene sürdü.
Sonra bu bakışlar gittikçe daha çok koyan ayrılık,çaresizlik,daha çok hüzün ve bir daha görememe kaygısına döndü.Artık gözler çok çok duygusallaşmıştı,çocuk gibi ağlıyordu,beni bırakmayın dercesine.unutamıyorum.Bu da 3 sene sürdü.
Her ayrılıkta eriyen bakışları,eriyen ve bastona muhtaç olan babamı unutamıyorum.
Son sene son günlerindeki bakışları söylemek istemiyorum.O ben de saklı.
Canım babam bakışların eridi,bedenin eridi,ama sen içimde dipdiri yaşıyorsun.
Ayrılıklarla seni üzdüysem affet.Mekanın cennet olsun.

Konu: Sakko / İsim:  22/03/09 15:13
Mersin’de her zamanki gibi mutat sinemaya gitmek üzere hazırlanırken babam
-”Bana sakkomu getirin” dedi.
Biz harıl harıl sakko arıyoruz. Babamın böyle bir adeti vardı.
“Bana su getirin” dediği zaman hemen su gelecek, “Ayakkabımı getirin” dediği zaman hemen gelecek.
Ama sakko ne ki.? Evde olur olmaz şeyleri aramaktan artık yorulmuştuk. Annem
“Siz ne arıyorsunuz bakayım” dedi
Bizde “Sakko” deyince. Annem gülerek çocuklar “sakko”, ceket demek dedi.
Gidip babama sakkosunu yani ceketini verdik. Ama ondan sonra ablamla bizi bir gülme krizi tutu ki anlatamam.
Meğerse cekete Arapçada sakko denirmiş. Şimdiye kadar hiç duymadığımız bu kelime bize gülmek için 2-3 gün yetti.
Rahmetli babamın böyle mazurlukları vardı. Arapçayı konuşur ve anlardı. Hatta Fransızcaya bile yabancı değildi. Çünkü İlkokul 1 e başladıkları zaman Fransızca mecburmuş. Malum o zamanlar Hatay Fransızların elinde. Adamlar kültürlerini yerleştirmek için ilkokullara Fransızca diline mecburiyet getirmişler. Babamlar 3 cü sınıfa kadar Fransızca öğrenmişler.
İyikemde babam Sakko yu Fransızca istememiş. Bu durumda annemde bilemeyeceği için babam sinemaya sakkosuz gidecekti.

Konu: Et Bebek / İsim:  Ganime Nuran Duru 22/03/09 15:13

Günlerden bir gün, Altınözü’ndeyiz… Ali henüz iki –üç, ben ise dört-beş yaşlarındayım… Bizim evde sıkıntılı bir telaş var… Galiba annemiz hasta, neyi var diye düşünüyorduk. Bu arada Güllü nenemiz içeri dışarı girip çıkıyor. Ali ve ben o kasvetli havayı ve neler olup bittiğini bir türlü anlayamadık…
İzin verirseniz, kısaca, sevgili Güllü nenemizi biraz anlatayım: Güllü nene, yörede ebelik yapan hatta kardeşlerim Ali ile Nilgün’ün de ebesi olan, siyah çarşafının içinde, çok sevimli, güler yüzlü, sevecen, biz çocuklara çok iyi ve sabırlı davranabilen ,en önemlisi de, bize biri birinden ilginç masallar anlatan, bilmeceler soran, gelmesini dört gözle beklediğimiz, bizler için ebeden çok nenemiz konumunda olan sevgili Güllü nenemiz…
.
Dolma yapmak için, kocasından pirinç isteyince, adam gitmiş, gidiş o gidiş… Bir daha da evine geri dönmemiş… Çocukları ile yapayalnız kalan Güllü nenemiz, Fatikli İlkokulunda hademe olarak çalışmaya başlamış. Ben de o okula kayıtsız olarak 6 yaşında gidiyordum. Böylece sık sık Güllü nenemi görebiliyordum. Ali, Güllü nenemizin her namaz kılışında, secdeye yattığı zaman, sırtına biner, onunla birlikte yatar kalkardı… Biz büyüklerimizden namaz kılınırken, kılanın selam vermeden bir şey yapamayacağını duymuştuk ya, nasıl olsa kızamaz diye sırta binmek çok eğlenceli oluyordu…
Gelelim bizim evdeki o uğursuz güne: Bizi annemizin yanına bırakmıyorlardı,.bir taraftan sular ısıtılıyor, bir taraftan bezler taşınıyordu… Allah’ım içeride neler oluyor ? Bu sıkıntı, bu telaş ne böyle? Öğleye doğru, Güllü nenem, annemin bulunduğu yatak odasından üzüntülü bir yüz ifadesi ile çıktı. ‘’Bebek doğdu, ama ölü !!!’’ dedi… Annem 5 aylık hamileyken Ali’nin de, bir anısında anlattığı gibi; babam bizi Samandağ’ına denize götürdü… Herkes gibi annemde yüzdü ve deniz çok dalgalıydı. Eve geldikten sonra annem hastalanmış, çok yoğun sancılar çekmiş, daha sonra da düşük olayı olmuştu.
Herkesin merak içinde mutfağa gittiğini görmüştük. Ali’yi ve beni artık kimse tutamazdı… O heyecan ve merak için mutfağa daldık…Taşın üstüne yere atılmış, minicik, kıpkırmızı, tüm uzuvları belli, hatta minicik pipisi olan bir bebek,!… Öylece, yerde yatıyordu…Nasıl olurdu? Kardeşimiz nasıl atılırdı? Bizler iyice isyanlar, öfkeler içindeydik… Ali ve ben birbirimize sarılarak bağıra bağıra ‘’Et bebeğimiz ölmüş!.. Et bebeğimiz ölmüş!…’’ diye ağlamaya başladık. Tam da bu sırada, birisinin bebeğimizin ayağına bastığını görünce, ağlaşmamız ‘’Et bebeğimizin ayağına bastılar, et bebeğimizin ayağına bastılar!!! ‘’ şeklinde bağrışmaya ve çığlıklar atmaya dönüştü… O sırada, babam da sesimizi duymuş, üzüntüsünden annemin yüzüne bile bakmadan Ali’yi kucağına aldığı gibi öbür odaya gitmişti…

Ana Sayfa Yönetici Giriş
Sayfa Şablonu:
1...5678 « Önceki Sonraki »
Toplam : 151 mesaj
Mesaj Yaz

aSgbookPHP v2.31.150407