Konu: Abimin Sarı Saçları / İsim: Fatma Nilgün Hatay 05/05/23 03:46 | |||
Sene 2009 Temmuz 11. Ablamların Gülnar'a yaptıkları ev yayla gibi olduğundan, annem ve teyzem artık yazı orada geçirmeye gidiyorlardı. Dolayısıyla biz de senelik iznimizin bir kısmını annemleri de görmek için orada geçiriyorduk. O sene abim ve yengem de gelmişler hep beraber olmaktan annemler ve herkes mutlu olmuştu. O günlerden birini de Akdeniz'e inip deniz keyfi yapmak için kararlaştırmıştık. Sahilde Büyükeceli diye bir belde vardı. Büyükeceli'yi düşünüp tercih etmemiz, Gülnar'a çok yakın olduğu içindi. Bir de değişik yerleri görme arzusu. Günü birlik deniz sefanı yap akşam yaylaya çık serin serin yat. Çünkü Silifke uzak kalıyordu. Annem ve teyzem sıcağa dayanamıyorlardı. Biz 4, abimler 2, annemler 2 ve ablam toplam 7 kişiydik. Sabah son hazırlıklar yapılmış eşyaları ablamların arkası açık pikabına yığmıştık. Hatta kendi usullerimize göre güneşten korunmak için bir çadır da yapmaya çalışmıştık. Yere de oturmak için minderler koymuştuk. Ama asıl önemlisi kim içeri kim arka bagaja oturacaktı? Öyle böyle tantanadan sonra Cevdet şoför oldu, annem yanına, teyzem Elif ve Emine arka koltuğa oturdular. Ben, abim, ablam ve Serdar arka açık bagaja oturduk. Biz pikabın arkasında o kadar kaynatıp eğleniyorduk ki, bir müddet sonra Emine pikabın içinden beni de arkaya alın, ben de geliyorum dedi. Arabayı durdurup, Emine 'yi de arkaya aldık. Neşemiz çoğalarak devam etti. Yolculuğumuz neşe ile şarkılarla, türkülerle başladı hoplayarak zıplayarak Gülnar'a bağlı deniz kenarında bir belde olan Büyükeceli de sona erdi. Sahili ve denizi güzel bir yerdi. Yedik, çayımızı içtik, ikindi vakti dönüşe geçtik. Daha kestirme bir yoldan dönelim derken bilemedik ve bozuk tozlu topraklı yollara düştük. Yine de neşe içinde şarkılarla, şakalarla Gülnar'a tırmandık. Yolu kaybettiğimize havanın kararmasına bile aldırmadık. Tabii repertuarımızda vazgeçilmez bir şarkı vardı. "Akşam oldu hüzünlendim ben yine" Günü yorucu olarak ama mutlu bir şekilde bitirdik, güzel bir anımız oldu diye düşünürken daha komik ve unutulmayacak bir "anı" güne damgasını vurdu. Eve vardığımızda herkes arabadan indiğinde abime bakarak, Kimi "abi" ,kimi "oğlum" , kimi "dayı" kimi "Ali" sana ne oldu? Diye gülerek, merakla soruyordu. Çünkü ağabeyimin bembeyaz saçları, sapsarı olmuştu. Önce hiçbir anlam verememiştik sonra yolun tozları, beyaz saça yapışınca saçın sapsarı olduğunu tahmin ettik.(bilimsel bir deneydi aynı zamanda). Abime o da yakışmıştı tabii ki, ama bir banyoluk ömrü vardı. Daha sonra abimin anlattığına göre banyo yapmış. Banyo sırasında o kadar toz, toprak su ile akmış ki neredeyse küvetin süzgecini tıkayacakmış. Tabii banyodan çıkınca eski beyaz saçlarına kavuştuğunu gördük. Rengi de açılmıştır. Geceyi tam bir cümbüş içinde gülerek tamamladık. Güzel bir anı olarak hepimizin hafızasında kaldı. Canımız annemiz aramızda maalesef yok. Üzgünüz. Ama inşallah böyle güzel hatıralarımız yine olur | |||
Konu: İnce Uzun / İsim: Mehmet Ali Hatay 23/03/23 04:52 | |||
Rahmetli Annemizden duyduğunuz bir fıkra. Bizim Kürt Mehmet askere gitmiş Türkçeyi yarım yamalak. Binbaşı bakmış Kürt Mehmet'ten fazla bir iş çıkmaz hiç olmazsa demiş Bunu Emir eri yapayım da gözüm önünde bulunsun. Bir gün Binbaşı Kürt Mehmet'e evine göndermiş git bak bakalım yengen bir şey istiyor mu? demiş Kürt Mehmet de gitmiş yarım yamalak Türkçesiyle binbaşının karısına beni komutan gönderdi Bir isteğin var mı diye soruyor demiş. Binbaşının karısı da canım üzüm ve incir istiyor demiş. Kürt Mehmet gelmiş binbaşıya "Komutanım yenge ince ister kalın ister" demiş binbaşı "Ne ne ne ince ister kalın mı ister dedi" Binbaşı hemen orada copların en incesini ve en uzununu seçmiş. Neren ister neren istemez diye eşek sudan gelinceye kadar Kürt Mehmet'i dövmüş. Binbaşı büyük bir kızgınlıkla hemen evine koşmuş "Hanım hanım sen beni tabura rezil ettin" demiş Karısı da "Kocacığım ben sadece incir ve üzüm istedim" demiş Binbaşı haaaa demiş. yaptığına pişman olmuş. Ama olan da Kürt memede olmuş Tabii ki... | |||
Konu: Pazar günü kebap keyfi / İsim: Mehmet Ali Hatay 16/01/23 05:20 | |||
Bugün 15 Ocak Pazar 2023 Bizim çocukluğumuzdaki bir pazarı sizlere hatıra olarak anlatacağım. Hatay Altınözü'nden Mersin'e taşınmıştır. Altınözü'nde ortaokul olmadığından dolayı ablam için babam tayinin istemişti ve tayini Mersin'e çıktı. Biz anne baba ve 3 çocuk yani çekirdek aile olarak çok mutlu ve mesutluk. Çocukluğumuz çok güzel geçti diyebiliriz. Gerçi o zamanlar Televizyon yoktu cep telefonları Dolayısıyla sosyal medya WhatsApp Facebook ve diğerleri yoktu ama işte Çok mutluyduk. Bunların yerine Haftada iki kere Akşamları açık sinemalara giderdik. Mahalle arkadaşlığı denen bir arkadaşlık vardı Her gün onlarla buluşur çeşitli oyunlar oynardık. Pazar günleri de bizim değişmez bir rutinimiz vardı. Allah rahmet eylesin babamız dışarıda ne yerse eve de onun aynısını getirirdi Çoluğuyla çocuğuyla ve ailesi ile beraber yerdi. Ve bundan çok mutlu olurdu. Pazar günleri bizim evde muhakkak mangal yakılırdı. Adana kebap kuşbaşı, şişte 3 ciğer 1 kuyruk yağı olmak üzere her türlü eti yerdik Babam mangalı yakardı yelemesini ben yapardım. Bu bana zor gelirdi. Ama sağ olsun Babam daha sonra küçük bir vantilatör aldı mangalın başında bu vantilatörü çalıştırıyorduk ve Ateşi harlıyorduk. İlk başta elbette mangal acemiliğini çekmişti. Hele babam Adana kebabı bir türlü şişte tutamıyorum. Adana kebabı etini Annem hazırlar Babam da işe dizerdi ama nedense bu şişteki etler mangala koyunca patır patır dökülürdü. Babam ne yaptıysa olmadı şişe yapışsın diye ete ekmek kattı olmadı un kattı olmadı, çok sıkı yerleştirdi, soğan karıştırdı falan Yine olmadı. Neyse bir gün babam elinde 7-8 tane kalın et şişi getirmiş. Gözleri parlıyordu sanki yeni bir icat bulmuş gibi anlatmaya başladı. Sormuş soruşturmuş Adana kebap yapmak için muhakkak kalın şiş kullanmak lazımmış yoksa etler dökülürmüş. Gerçekten de bu kalın şişlerden Adana kebap yapıldı ve etlerin hiçbiri dökülmedi, çok güzel ve çok lezzetli oldu. Kebap mutlaka lavaş ekmekle yenilirdi Mersin'de özel sadece lavaş yapan fırınlar vardı buraya gider, lavaş ekmek alırdım. Ayrıca kebabın yanında Bizim zerzevat dediğimiz soğan salatası olurdu. Yemekler yedikten sonra herkese bir uyku bastırırdı ve yataklarınıza sedirlere yayılırdık En aşağı 2 saat uyurduk işte pazar keyfi veya pazar günü kebap yapmak bu olmalı. | |||
Konu: Muallaya talim edersiniz. / İsim: Fatma Nilgün Hatay 02/08/22 03:03 | |||
Canım Annemin Muallası. Tahminen 15-20 sene önceydi. Genelde yazın, çoğu zaman da annemin doğum günü olan Temmuz ayında senelik iznimizi kullanmak üzere sonradan yayla evi olarak yapılan ve hayatımıza giren Gülnar'a gidecektik. Ama annem yolcu beklerken çok kaygılanır, merak ederdi. Biz de haber vermeden sürpriz yapalım diye düşünmüştük. Bir akşam yemeğinden sonra ancak Gülnar'a varabilmiştik. Tabii malum o gün oranın pazarı ve mangalda tavuk günüydü. Fakat biz bunu kaçırmıştık, bizim için önemli değildi ama, canım annemin yüreği, bizi kapıda görünce sevinçle beraber burukluğa dönüştü. "Sizi gidiler habersiz gelirseniz mangalı kaçırırsınız muallaya talim edersiniz" dedi. Boğazından geçmişti ama midesinde düğümlenmişti. O gün de yapıp da akşam yemedikleri Mualla yemeği tezgahta duruyordu. Biz ona ailece saldırdık. Hayatımızda yediğimiz en güzel yemeklerden biriydi. Benim çocukların ön yargı ile yanaşıp da senelerdir yemedikleri patlıcan değerini bulmuştu. O gündür bugündür, Mualla'yı da patlıcanı da severler. Sonuç olarak, her şeyde bir hayır vardır denebilir. Ama canım annemin o üzüntülü bakışları hala gözümün önündedir. Nurlar içinde yat inşallah,mekanın cennet olsun. | |||
Konu: Kadının Kızı / İsim: Mehmet Ali Hatay 14/11/21 12:08 | |||
Annemden bir hikaye. Vakti zamanında iki arkadaş varmış bunların iki de kızları varmış. Bir gün senin kızın güzel Benim kızım güzel diye tartışmışlar sonra iş kavgaya dökülmüş. Kafa göz yarılmış. Ama kimin kızı güzel sonuca varamamışlar. Daha sonra olayı çözsün diye kadıya gitmişler. Kadı her iki tarafta dinlemiş sonra. Birinci Adama senin kızı affedersiniz kıçımın sağ yanağı gibi. İkinci adama da senin kızın da kıçımın sol yanağı gibi. En güzel Benim kızım demiş. ***** Hikaye bitti mi Elbette bitmedi. Çünkü ben bunu bizim Zeyneb'e anlattığım zaman Zeyneb hikaye hatırladı. Yalnız olayda geçen adamların kızı değil torunuydu dedi. Demek ki annem hikaye anlatırken ince siyaset yapmış. Bize anlatırken kızı demiş ama torunlarına anlatırken de torunlar demiş. | |||
Konu: Annenin Elbisesi / İsim: Fatma Nigün Hatay Tosun 14/11/21 12:05 | |||
Benden de anamın bir fıkrası... Vaktileyin, bir anne, kendisine çok düşkün olan oğlunu bir türlü evlendiremiyormuş. Neyse sonunda sonunda uygun bir kız bulmuşlar Ama oğul, evleneceği gece, annesinin kokusuyla hasretini gidermek için onun elbisesini de almış gitmiş. Ertesi sabah erkenden kapı çalınmış. Oğul kapıda "Anne elbiseni al, artık gerek kalmadı."demiş. | |||
Konu: Aydıncık Macerası / İsim: Mehmet ALi Hatay 13/09/21 12:15 | |||
Ablam Almanya’dan gelmişti. Zannederim artık uzun süre Gülnar’da kalacak. Hem ablamı ziyaret edelim hem de gezi olsun diye 07.08.2020 günü Emine ile birlikte Gülnar’a gittik. Gülnar da 2 gün kaldık. Daha sonra ablamı aldık ve Aydıncık'a ablamlarım artık yazlık mı deyim başka bir şey mi diyeyim bilmiyorum evine gittik. Bu evde deniz ayağımızın altında. Çok güzel manzarası var. Aydıncık çok güzel, sakin bir yer. Her gün bir yer geziyoruz. Yeni yerler keşfediyoruz. Yüzülecek yerlere bakıyoruz. Aydıncık içindeki belediye parkında oturduk. Ne yiyelim ne içelim diye düşünürken Ben dedim ki “Şuradan size çiğ köfte alayım” Ablamın suratı ekşidi. ve hemen itiraz etti “Ben yemem içinde et var” dedi. Abla dedim “Çiğ köftenin içine et konması çoktan beri yasak. Çiğ köftenin içerisine et konmuyor. İçin etsizi ama ismi çiğ köfte.” Ablam da “O zaman deneyelim bakalım” dedi. Şimdiye kadar çiğ köftede et var diye hiç yememiş. Herkese bir dürüm yaptırdım. Ablamı takip ediyorum bakalım nasıl gidiyor diye. Maşallah iştahlı iştahlı yedi. Üstelik “Devamı var mı?” diye sordu Ben de “Olmaz mı abla, yeter ki sen ye.” dedim. Gittim birer dürüm daha aldım. Emine ve ablam büyük bir iştahla onu da yediler. Daha sonra hesabı ödemek için kalktım. Baktım çay bahçesinin sahipleri arka tarafta toplanmışlar bir faaliyet içindeler. Bende kimse yok mu diye arka tarafa geçtim. Bir baktım ne göreyim orada çoluk çocuk hepsi toplanmışlar çiğ köfte yoğuruyorlar. Tabii ki ağzım sulandı. Çiğ köfte yoğuran benim bu halimi görünce “Abi sana da vereyim mi?” dedi. Tabii ki benim canıma minnet. Zaten öyle bir bakıyorum ki adam benim bakışlarımdan istediğimi anladı. Hemen 3-4 sıkımı bir marulun içine koydu ve verdi. Bir tanesini yedim o kadar acıydı ki ağzımdan burnumdan alevler fışkırdı. Ama çok lezzetliydi. Tabii ki Çiğ köftenin içerisine et konunca daha lezzetli oluyor. Şimdi dedim “Bunu götürürsem içine et olduğu için ablam yemez. Acı olduğu için Emine yemez” Hemencecik orada 4 sıkımın hepsini de gömdüm üzerlerine bir Elham 3 ihlas okudu. Geldim durumu anlattım “Arkada çiğ köfte yoğuruyorlar. Bana da ikram ettiler, ama etli ve çok acı olduğu için size getiremedim” dedim. Sağ olsunlar anlayışla karşıladılar. Daha sonra biz gittikten sonra ablam etsiz çiğ köfteye bayağı alışmış. Tekrar Aydıncık'a enişte ile geldiklerinde bol bol çiğ köfte yemişler. Enişte önce şüpheli karşılamış ama o da alışmış. Hatta Gülnar’a gidince orada da bir çiğ köfteci bulmuşlar ve oranın devamlı müşterisi olmuşlar. | |||
Konu: Eyloş ve Bebek Bakımı / İsim: Fatma Nilgün Hatay Tosun 28/08/21 12:00 | |||
Eyloş, sanırım 8_9 aylıktı. Ben de 16 yaşlarındaydım Nikola'nın evindeydik. Annem ile ablam kısa süreli bir yere gideceklerdi. Eyloş'u uyutmak üzere bana bıraktılar. Ben de, annemin usulü, emziğine lokum parçası yapıştırmıştım ve ayağımda sallamaya başlamıştım. Uyudu ve yavaşça divana yatırdım. Mutfağa gittim, döndüğümde, Eyloş divanda yoktu, Üstüne üstlük divanın bitişiğindeki masada duran lokum kutusuna emekleyerek gitmiş, kutuya elini atmıştı. Ben bu görüntü karşısında acayip korkmuştum. Tüylerim diken diken olmuştu. Eyloş hem yattığı yerde yoktu, hem de masanın orada hareket eden bir şey vardı. Seni gidi Eyloş, lokum bahanesine ilk çocuk bakma deneyiyim de, beni korkutmuştun. Allah iyiliğini versin. | |||
Konu: Annem ve İncir Çekirdeği / İsim: Fatma Nilgün Hatay Tosun 28/08/21 11:56 | |||
Canımız annemiz. İncir zamanı geldi. Çok severdi, Ama yiyince dişinin altına çekirdekleri kaçardı ve çok canını acıtırdı. Ama sonradan kendince bir çözüm bulmuştu. Önce bir lokma ekmek yiyordu. Diş altını dolduran ekmek parçaları çekirdeklerin can yakmasına izin vermiyordu. Ben de öğrendim, önce başka meyve ,sonra incir yiyorum. 👍🏻👏🏻😘🥰😊☺️🤗 Teşekkürler annemmm. | |||
Konu: Gelin / İsim: Fatma Nilgün Hatay Tosun 27/08/21 15:08 | |||
Annem anlatırdı. Vaktileyin yaşlanan bir çift oğullarını bir an önce evlendirmeyi ve biraz iş yapmaktan kurtulmayı düşünmüşler. Neyse bir gelin bulmuşlar ve düğünü yapmışlar, fakat günler geçiyor gelin iş yapmak şöyle dursun her gün eline bir kitap alıp okuyormuş. Karı koca kara kara düşünmeye başlamışlar ve akıllarına bir fikir gelmiş ev işi, yemek, bulaşık, çamaşır günlük ne yapılacaksa biz aramızda "sen yap ben yapayım"diye tartışalım , gelin de rahatsız olur kalkar kendi yapar diye düşünmüşler. Başlamışlar günlük tartışmaya. Ama gelinden ses yok. Üstelik sabrı taşmış. "Eeeee, sizin yüzünüzden kitabımı okuyamıyorum, işi bir gün sen, bir gün öbürünüz yapsın" demiş. Tabii Bizim karı koca neye uğradıklarını şaşırmışlar. Gelin de kendince işine gelecek bir biçimde çözüm bulmuş. | |||
Konu: HATIRALAR BÖLÜM 25 İstanbul’a veda / İsim: Mehmet Ali Hatay 27/07/21 11:58 | |||
BÖLÜM 25 İstanbul’a veda Balayını mecburen bitirdik. Çünkü benim dersler ve sınavlar başlayacaktı. Edirnekapıda annemi ve kayınvalidenin ellerini öptük. İçimde tuhaf bir utanma duygusu var, baktım Emine de öyle, Ama tabi insan zamanla alışıyor. Daha sonra Emine ile Fatih de Vatandaş sokaktaki talebe evine gittik. Halil de Veli mezun olmuş gitmişlerdi. Fikret arkadaşların evine geçti. Mehmet Güzel de ayrı bir eve ayrılmıştı. Sağolsun evi bize bırakmışlardı. Bu arkadaşların fedakarlığını hiç unutamam. Allah ikisine de Rahmet etsin. Ev bize kalmıştı. Nilgün veteriner hekimi fakültesini kazanmıştı. O da bizimle ede kalmaya başladı. Artık evimiz bekar evi değil yeni evliler evi oldu. Emine de sanki 40 yıllık ev kadını gibi evi çekip çevirmeye başladı. Nilgün’de elinden gelen yardımı yapıyordu. Artık gezme tozmayı Emine ve Nilgün’le beraber yapıyorduk. Evde iş bölümü yapmıştık. Rahat oğlu rahat diye bir şey icat etmiştik. Her gün biri rahat oğlu rahat oluyordu. 2 kişi yemek yapıyor, bulaşık yıkıyor, temizlik yapıyordu diğeri istirahat ediyor. Yani rahat oğlu rahat oluyordu. Günler öylece geçti. 1978 yılı Nisan ayında mezun olacağım. Derslerin hepsini verdim. Tıp fakültesini 5,5 senede bitirdim. Okul bitince eninde sonunda Mersine gidecektik. Sonra tayin isteyeceğim ve oraya gidip yerleşecektik. Mersinde yavaş yavaş evimizin eşyalarını hazırlamalıydık. Sağolsun İsmail Hakkın baba dolayısıyla Ayşe annem yatak odası için 10 bin TL sı babama gönderdi. Babamda küçükken yanında çırak olarak çalıştığım Tayfur abiye bir yatak odası siparişi verdi. Bir karyola, gardırop ve sandık. Hepsi ceviz kaplama ve çok kaliteliydi. Modellerini Emine ve ben seçtik. Çokta güzel olmuştu. Allah rahmet eylesin Tayfur Usta çok özenmişti. Salon ve diğer eşyaları ise mezun olduktan sonra ayarlayacaktık. Nitekim öyle de oldu. Çeyiz dizmeye İstanbul’dan Nilgün yenge ve komşusu olan Seher Teyze gittiler. Nilgün Yengeyi ve Seher Teyzeyi Mersinde annemler karşıladılar. Çok memnu kalmışlar söyleye söyleye bitiremediler. Sağ olsunlar çeyizi dizip 1 hafta sonra geri döndüler. Böylece Emine’nin çeyizi Mersinde dizilmiş oldu. Her şey tamamdı. Sıra benim diplomamı alıp Mersine gitmemizde kalmıştı. Diplomayı almaya gittiğimde gün Eczacılık Fakültesi önünde bir bomba patlatılmış ve 7 kişi ölmüştü. Tarih 16 Mart 1978 Bundan dolayı üniversite tamamen kapatıldı. Hiç kimse mezun olamadı. Bizde bir ay geç mezun olacaktık. İstanbul'da bir ay daha beklemek mecburiyetinde kaldık. Bizim bütün planlar yattı. Talebe evini mecburen teslim ettik. Mersin’e gittik. Daha sonra okul açılmasına yakın İstanbul’a gelip Osman Abinin evine taşındık. Bize küçük odayı verdiler. Burada tekrardan Osman Abiye ve Nilgün yengeye teşekkür ederim. Sonunda diplomaya aldım. Çok şükür Tıp Fakültesi bitmişti. Artık bir doktordum. Tıp fakültesine girdiğim 1972 yılında bu 6 sene nasıl bitecek diye kara kara düşünüyorduk. İşte acısıyla, tatlısıyla bitmişti. Artık İstanbul'dan ayrılma vakti gelmişti. Her şeyin bir sonu olduğu gibi bu güzelim şehirde süremiz dolmuştu. Şair Nedimin dediği gibi “Bu şehr-i İstanbul ki bî mislü behâdır. Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedadır” Elbette kimseye yar olmayan İstanbul bize de yar olacak değildi. Ama İstanbul bana Emine gibi bir hanım kazandırmıştı. Nilgün’ü Nevşehir yurda yerleştirdik. Sonra İstanbul'daki son işlemleri de tamamladık. Arkadaşlarla, akrabalarla vedalaştık ve otobüsten iki kişilik bilet aldık ve Mersin'e gittik. Annem ve babamın ellerini öptük çok memnun oldular. Şimdi hemen tayin yaptırmam lazım. | |||
Konu: HATIRALAR BÖLÜM 24 Düğün / İsim: Mehmet Ali Hatay 27/07/21 11:57 | |||
BÖLÜM 24 Düğün O ara İstanbul emniyetinde komiser olarak çalışan Mahmut Satan ile çok samimiydik. Mahmut Satan, Hatay Reyhanlı’lıydı Hemşeri olduğumuz için bir şekilde tanışmışız. Gayrettepe 2. şube asayişteydi. Çok defa geceleri beni alır, ekip ile birlikte İstanbul'un her tarafına gezerdik. Beyoğlu barlarda pavyonlara baskınlar yapardık. Tabii baskını ben yapmazdım. Ben ekip arabası içinde otururdum. Ama olayları yakından takip ederdim. Bu ara İstanbul’un efsanevi emniyet Müdürü Sadettin Tantan ile tanıştım. Bende hala etkisi vardır. Adam efsane. Kimseye göz açtırmıyor. 4x4 lük adam. Herkes ondan korkuyor. Ama bizim dostumuz. Mahmut Komiser bana MİT te çalışma teklifinde bulundu. Ama ben kabul etmedim. Çünkü mezun olacak Anadolu'nun bir yerinde doktor olarak çalışacağım ve hizmet verecektim. Ayrıca MİT bana terse gelirdi. İnsanları takip et, rapor hazırla falan benim yapacağım işler değil. Mahmut Satan talebe olaylarını takip etmek için kaydını hukuk fakültesine yaptırılmıştı. Böylece hem talebelere takip ediyor hem de hukuk fakültesini okuyordu ve sonunda hukuku bitirdi ve avukatı oldu. Daha sonra da soy ismini şimdi hatırlayamadım bir şeye değiştirmiş. Her gün değişik ayakkabılar giyerdi. Bunu neden böyle yaptığını sorunca, talebeler polisi ayakkabısından tanırmış. Çünkü polisler o zaman Sümerbank’tan ayakkabı alır ve giyerlermiş, Ben kendime baktım benim ayakkabımda gerçekten öyleydi. Babamın postaneden aldığı Sümerbank ayakkabısıydı. Üstelik yeşile yakın postacı kumaşı ile yapılmış bir takım elbisem vardı. Demek beni okulda polis zannediyorlardı. Bu nedenle bana ilişmiyorlardı. Mahmut Satan’la bayağı bir samimi olmuştuk. Meğersem kardeşim Nilgün’e talipmiş. Yaşı Nilgün’den biraz büyük. Nilgün henüz 19 – 20 yaşlarında alımlı güzel. Gerçi isteyen gönül koyan çok ama önemli olan kızın istemesi. Ben bunu daha sonra duydum. Reyhanlı’dan bu iş için annesini ve ablasını çağırmıştı. Geldiler tanıştık. Önceleri gönlüm var gibiydi. Ama Nilgün'ün kesin olarak böyle bir şey düşünmediğini anlayınca bu fikrimden vaz geçtim ve Mahmut Satanla arama mesafe koydum. Zaten durumu da karışıktı. Karısı varmış ayrılmışlar mı ayrılacaklar mı bilemeyeceğim. Hoş olmayan şeyler. Neyse sonra konuyu kapandı. Mahmut Satan İstanbul Baltalimanı'ndaki Polis Moral Eğitim Merkezi bize yer ayırtı. Bu merkez 5 yıldızlı otel ayarındaydı. Bizim için bulunmaz nimetti. Hem 5 yıldızlı otel, hem ucuz hem İstanbul’da. Böylece balayı işi halloldu. Düğün arabası olarak da bizim sınıftaki samimi arkadaşlarımızdan Cüneyt'in arabası temin edildi. Onun Renault 12 bir arabası vardı. O zaman için bu araba lükstü. Araba süslendi ve hazır hale getirildi: Emine evde gelinlik giydi. Kuaför işleri falan haledildi. Gelinlik içinde sanki bir beyaz melek gibi olmuştu. Kalbim güp güp atıyordu. Evdekilerle vedalaştık, arabaya bindik ve Polis Moral Eğitim Merkezine gittik. Odaya girerken kapıda Emine’yi kucağıma aldım sağ ayağımla girdim. Biraz dinlendikten sonra abdest aldım ve 2 rekat gerdek gecesi namazını kıldım. Balayımız 4-5 gün sürdü. Sık sık sahilde kol kola el ele dolaştık. Evlilik gayet güzel bir şeymiş. Şimdiye kadar Emine neden hayatıma girmedi diye üzüldüm. | |||
Konu: HATIRALAR BÖLÜM 23 Nişan ve Düğün / İsim: Mehmet Ali Hatay 27/07/21 11:55 | |||
BÖLÜM 23 Nişan ve Düğün Artık dini ve resmi nikahımız kıyıldığı için Emine’nin evine rahat rahat gidebiliyorum. Bu hususta hiçbir zorluk görmedim. Burada Osman Abiye ve Nilgün Yengeye çok teşekkür ederim. Bana aynen bir kayınpederim ve kayınvalidem gibi davandılar. Bende onları böyle tanıdım ve hürmet gösterdim. O sırada evde Ahmet, Mehmet, Şevket ve Fevzi var. Hepsi talebe ve okuyorlar. Benimle de araları çok iyi. Ben kendilerinin 3. Enişteleri oluyorum. Onlar tecrübeli ama ben acemiyim. Emine’yi evinde haftada bir veya iki gün ziyaret ediyorum. Bana kalsa Emine’yi görmeye her gün giderim ama tadında bırakmak lazım. Rahmetli annem şöyle derdi; Bir zamanlar bir damat varmış. Nişanlısını her gün görmeye gidermiş. Kayınvalide “Oğlum tatlı gel” dermiş. Damat ertesi gün elinde tatlılar ile gelirmiş. Kaynana “Evladım tatlı gel” dermiş. Bu böyle devam etmiş. Tabii damat anlamıyor. Sormuş soruşturmuş, sonunda olayı çözmüş. Kaynana sık gelme seyrek gel tatlı olsun diyormuş. Annemim bu tavsiyesini bildiğim için bende öyle yaptım. Tabii elimde tatlılar ile gidiyordum ama ziyaret sıklığımı da tatında bıraktım. Her gittiğimde yemeğe kalıyordum sağ olsunlar hiçbir zaman yüksünmediler, bir gün bile şikayet etmediler. Zaten soyda ağalık olduğu için misafiri çok severlerdi. Hele bu enişte olunca daha çok sevdiler. Karadenizliler nedense enişteyi çok severler. Salonda mutfak tarafına bakan bir koltuk vardı. Bu koltuk sanki benim koltuğumdu. Her geldiğimde bu koltuğa oturur ve mutfakta iş yapan Emine’yi dikizlerdim. Kayınçolar işin farkındamıydlar bilmiyorum. Ama yapacak bir şey yok. Emine’ye kedinin ciğere bakması gibi bakardım. O da bana ürkek bir ceylan gibi bakardı. Günler böyle geçti. Daha sonra düğünü de yapmaya karar verdik. Çünkü benim mezuniyet tarihi yaklaşıyordu. İstanbul'dan giderken hanımımı diplomamı alacağım, tayinim artık nereye çıkarsa oraya yaptıracağım. Doktor olarak milletime hizmet vereceğim, idealist doktoruz ya. Nişanın üzerinden 2 sene 4 ay geçmişti. 27.Ocak.1978 Düğüne karar verdik ve düğün hazırlıklarına başladık. Mersin'den Annem geldi. Babam yeni emekli olmuştu. Bazı sebeplerden dolayı gelemedi. Emine'ye gelinlik ve gerekli şeyler alındı. Düğününüz salonda olmasını istemedim. Çünkü oldum olası böyle şeyleri sevmem. Sağ olsun Emine de benim görüşte. Ailesini de razı etmiş. Halbuki Karadeniz düğünleri çok şatafatlı olur ve horon olmazsa olmazıdır. Emine ailesini bu yönde razı ettiği için gene gözüme girdi. Düğün sadece kendi aramızda olacak basit bir törenden sonra balayına gidilecekti. Ayşe annem çok hastalandı. Cerrahpaşa hastanesine yattı. Ameliyat oldu, ziyaretine gittik. Düğünü erteleyelim dedik. Kabul etmedi. Çok anlayışlı bir kadındı. Allah rahmet eylesin. | |||
Konu: HATIRALAR BÖLÜM 22 Nişanlı Günler Resmi ve Dini nikah / İsim: Mehmet Ali Hatay 27/07/21 11:54 | |||
BÖLÜM 22 Nişanlı Günler Resmi ve Dini nikah Günlerimiz artık Emine'yi de nişanlı olarak devam ediyor. Böylece daha serbest konuşuyoruz, dolaşıyoruz, geziyoruz. Büyük stajları bitirdim küçük mesajlarla uğraşıyorum dersler ve staj nispeten kolaylaştı. Ama her ay bitirdiğim stajın sınavına giriyorum. Çok şükür hiç birinden kalmadım. Üstelik Okulu 5 buçuk senede bitireceğim. Emine'nin ailesi daha yakından tanıma fırsatı oldu annesi, babası ve o sırada İstanbul'da bulunan Ahmet, Mehmet, Şevket ve Fevzi ile sık sık görüşüyoruz ve birbirimize ısınıyoruz, daha samimi oluyoruz. Yaz geldiği zaman zannederim babam, kayınbabamı ve kayınvalidemi Mersin'e davet etti. Onlarda geldi. Mersin'de babam çok güzel karşıladı. Onlar da çok memnun kaldı. Hatta günübirlik gezilere gittik. Cennet cehenneme Narlıkuyu’ya Kız Kulesi'ne gittik. Erdemli Alata parkında piknik yaptık sağ olsun rahmetli Mehmet Ulaş amca bizim gezdirdi. Kaynatamlar ablamla, eniştemle, dayımlarla halamlarla ve teyzemlerle tanıştılar. Bizim aile hakkında geniş bilgiye sahip oldular. Daha sonra memnun bir şekilde İstanbul'a gönderdik. Söz kesildi, yüzük takıldı nişan oldu artık resmi ve dini nikah yapalım dedik. Çünkü benim niyetim okul bitmesine yakın düğün yapıp Mersin'e öyle gidelim ve bakanlıktan tayin yaptırıp oraya evime götürüp doktor olarak vazifeye başlamak. Ayrıca İslami hassasiyetimi olduğu için dini nikah yaparsak daha rahat oluruz. Günaha düşmeyiz. Böylece düğün için resmi işlemler bitmiş olacaktı, Nitekim 23 Eylülde 1976 da Nikah için gün aldık. Söz kesimden itibaren 5 ay geçmişti. Belki biraz hızlı gidiyorduk. Ama olaylar böyle gelişiyordu. Şikayetçi olanda yoktu. 22 Eylül gecesi kına gecesi ve nişan yapıldı. Annem ve Babam Mersinden geldiği gibi ablam da gelmişti. Hatta çocukları Özgür ve Eylemi de getirmişti. O sıra Özgür 4 yaşında Eylem 2 yaşındaydı. Eylemi çok görmemiştim. Çünkü 2 sene içinde Mersin’e çok sık gitmemiştim. Baktım yeğenlerim gittikçe sevimli oluyorlar. Nişan ve kına gene kendi aramızda oldu. Nişan yüzükler takıldı. Bu yüzük altındı. Sonunda 23 Eylül 1976 da öğleden sonra Fatih evlendirme dairesinde nikah masasına oturduk. Emine çok şıktı. Üstelik kendi diktiği elbiseyi giymişti. Kız sanattan mezun olduğu belliydi. Bu elbise döpyes yani ceket ve etekten oluşan kahve rengi bir takımdı. Başında bone gibi bir başlık vardı. Benimse yeni aldığım ve üzerime tam oturan bir takım vardı. Kravatlı ve ceket sol üstte cepte beyaz bir mendil. Berberde damat tıraşı olmuşum. Bıyıklar aşağı doğru sarkık ve söylemesi ayıp saçlarımı koyu siyaha boyamışım. Çakı gibiyim. Saçlarım genetik olarak erkenden ağırdı. Babamın ve annemin saçları da erken yaşta beyazlaşmış. Saç boyamayı annemden öğrendim. Tıp fakültesine başladığımda beri boyuyorum. O zamanlar beyaz saçı sevmiyorum. Bir gün boyayı fazla kaçırmışım saçım simsiyah oldu. Emine’lere gittim. Ayşe anne Rize den gelmişti. Emine perdeleri yıkamış ve asıyordu. Ben “Bu erkek işi ben asarım” diyerek elinden aldım. Emine saçlarımı gördü.” Dün bu kadar siyah değildi nasıl olmuşta bugün daha siyah” dedi Ayle annem Emine’yi mutfağa çağırdı “Saçının boya olduğunu anlamadın mı?” demiş. Eminde de “Yok olmaz öyle şey kendi saçı” demiş” Ayşe annemde gülmüş. Tabii aşk gözü kör ediyor. Evleninceye kadar saçımı boyadığımı söylemedim. Ne zaman Hadime gittik boya almaya utandığımdan Emine’ye boya aldırdım. Ancak o zaman öğrendi. Emine’nin en yakınların geldiği gibi benim de sınıf arkadaşlarından hemen hemen hepsi gelmişti. Hatta sağ olsunlar bir Kur'an-ı Kerim bir bayrak bir de hançer hediye getirmişlerdi. Bunun manası İslami olarak yaşa, Milletini severek yaşa ve bunlara engel olacak çıkarsa bu hançerle onu öldür. Bu hediyeler hala durur ve gözüm gibi saklarım. Evlendirme memuru Emine’ye sordu “Rifat oğlu Mehmet Ali Hatay’ı koca olarak kabul ediyor musun?” Emine tereddütsüz evet dedi. Salon alkışla inledi. Bu sırada ayağına basayım dedim ama galiba ayakkabıyı ayağından çıkarmıştı. Boş ayakkabıya bastım. Daha sonra memur bana sordu “İsmail Hakkı kızı Emine’yi karın olarak kabul ediyor musun?” Ben “Evet” dedim salon alkışlarla inledi. Daha sonra tebrikler oldu. Büyüklerin elerini öptük, şekerler dağıtıldı. Herkes evine gitti. Akşam ise Dini nikah kıymak için Emre'nin oturdukları Başak apartmanda bulunan Sami Ünal hocaya rica ettik. Sağolsun kabul etti ve dini nikahımızı kıydı. Sonuçta iş oldu bitti. | |||
Konu: HATIRALAR BÖLÜM 21 Kız isteme, söz kesme / İsim: Mehmet Ali Hatay 27/07/21 11:52 | |||
BÖLÜM 21 Kız isteme, söz kesme Tanışalı 40 gün olmuştu. Nihayet karar verdim. Emine’ye evlenme teklif edecektim. Emine Hayat pastanesinde buluşalım sana çok önemli bir şey söyleyeceğim dedim. Anladı mı anlamadı mı bilmiyorum. Böyle durumlarda kızlar bir şeyler sezer ama genede belli olmaz. 20 Nisan 1976 Salı günü Fatih Hayat Pastanesinde buluştuk. havadan sudan konuştuktan sonra, bütün cesaretimi toplayıp “Benimle evlenir misin?” dedim. O zamanlar kızı önünde diz çökme yoktu. Galiba ben bilmiyordum. Veya tek taş adeti de yoktu galiba. Olmaması da iyi olmuş. Gerçi Emine bunları dert edecek bir değildi. Ama şimdi olsa hem tek taş yüzük veririm hem de önünde diz çökerim. Ama elini tutuğumu hatırlıyorum. Gözünün içine baktım cevabını bekledim. Sağ olsun çok bekletmedi “Düşüneyim, biraz daha zaman ihtiyaç var” demedi.”Evet” kelimesi dudaklarından döküldü. İşte hayatımın en mutlu günü o zaman oldu. İçim içime sığmıyordu. Annesine babasına benden bahsetmiş. Daha sonra kız isteme ve söz kesme tarihi belli oldu. 3 gün sonra kız istemeye gideceğiz. Mersine haber verdim. Annem baba gelecekler. Buna çok sevindim. Nitekim geldiler. Ben onları talebe evinde misafir ettim. Arkadaşlar henüz gitmemişti. Nilgün’de var dolayısıyla 4 kişi bir odada kalacaktık. Ama yatak tek olduğu için yatağa uzunlamasına değil yanlamasına 4 kişi yattık. Rahmetli babam “çiroz balığı gibi yattık” derdi. Kız istemeden 1 gün önce annem ve Perihan teyze kız görmeye gittiler. Ben Edirnekapı durağında bekliyorum. 1 saat sonra annem ve Perihan teyze geldi. Perihan teyze suratı bir karış “Bir kız istemeye gittik, başımıza gelmeyen kalmadı. Karadeniz kızı istemek ne kadar zormuş” diye serzenişte bukundu. Benim moralim iyice bozuldu. Mehmet Güzel’le durum değerlendirmesi yaptık. Mehmet kızı kaçıralım dedi. Maceraya çok düşkündü. Yeter ki aksiyon olsun. Neyse ki Perihan teyze şaka yapıyormuş. Rahatlamıştım. 22.Nisan.1976 Perşembe Akşamı kız istemeye gidildi. Tarihte çok enteresan olmuştu. Tam Egemenlik ve çocuk bayramına gelmişti. Yani her sene çocuklar bilmesede bu tarihi kutlayacakları. Günde mübarek Cuma gününe denk gelmişti. Biz bir gün önce hazırlıkları yapmıştık. Yüzükler alındı, annem Mersinden bir bilezik getirmişti galiba. İşte söz kesimi içn neler alınacaktı hepsi alındı. İstemeye Annem, Nilgün, Perihan Teyze ve oğlu Ahmet gelecekti. Babam bilemiyorum ne sebeple gelemedi. Babamın çocukluk arkadaşı Abdurahman amca ve hanımı gelecekti. Yüzükleri de o takacaktı. Abdurahman Amca İstanbul halinde iş yeri olan bir kabzımaldı. Hata babam bana aylık olarak parayı Abdurahman amcaya gönderir ve bende gider Adurahman amcadan alırdım. Çok neşeli çok iyi bir kimseydi. Babamın arkadaşı olduğu belliydi. Babam, Abdurahman Amca birde Dişçi Hasan amca bunlar 3 arkadaş çocukluğundan beri arkadaşmışlar. Annemle Dişçi Hasan amcanın muayenesine çok gittik. Annemin dişlerini yapıyordu. Zannederim genç yaşta vefat etti. Tam kız istemeye gideceğiz Mehmet Güzel elinde bir çuvalla geldi. “Bu çuval nedir, ne işe yarayacak?” dedim. Kendine göre plan yapmış. Kızı vermezlerse kızı çuvala koyup kaçıracakmış. Mehmet Güzel evin dışında bulunacak, iş olmazsa ben ona bir haber uçuracağım. Gelip kapıyı çalacak bende kapıyı Emine’nin açmasını sağlayacağım. Emine kapıyı açınca hoop Emine’nin kafasından çuval geçirilecek ve kız kaçırılacak. Bizi bunu ciddi ciddi anlatıyor. Galiba Emine’nin 8 kardeşinden haberi yok. Daha sonra Mehmet Güzel Emine’nin 6 abisi olduğunu duyunca bu plandan vazgeçti. Mehmet Güzel çok iyi bir arkadaştı, biraz saftı ama gerçektende arkadaşın en iyisiydi. Fedakârdı, gözü pek, bir şeyden korkmaz deli dolu biri. Neyse biz güldük geçtik. Zaten kız kaçırmaya da gerek kalmadı. Çukulatamızı çiçeğimizi aldık kız evi Edirnekapı’ya Başak apartmanına gittik. Bizi çok iyi karşıladılar. Emine’nin Annesi ve babası Rize’den gelememişti. Çünkü tam çay toplama mevsimi. Rize’de işler çok. Kayınvalidem söz kesmeyi ve nişanı kışın olsun demiş. Ama Osman Abi beklemeye gerek yok söz zaten oldu demiş Kayınvalidem de “Sen nasıl uygun görürsen öyle olsun” demiş. Biz kızı evin babası sayılan Osman Abiden isteyeceğiz. Babamda Emine’yi çok beğendi ve sevdi. Yalnız Emine’yi görünce “Bre oğlum bu kız senden uzun” dedi. Rahmetli babam Emine’nin 10 cm lik terliğini görmemişti. Babama durumu izah ettim. Hak verdi. Kahveler içildi. Bak unutmuşum kahvem tuzlumuydu, değimliydi şimdi hatırlatmadım. Ama Emine bana kıyamazdı. Büyük ihtimalle kahve şekerli gelmişti. Sonra sözü Abdurahman amca aldı. “Allah'ın emri, peygamberin kavli ile kızınız Emine’yi, oğlumuz Aliye istiyoruz” Bizler bunları hep filmlerde görürdük. Birde ablamın istenme toplantısı vardı. Gerçi babam orada maraza çıkarmıştı ama olsun. Osman abi ”Gençler birbirini görmüş beğenmişler kara vermişler birde bu karara uymak düşer, verdim gitti” dedi. Aynı filmlerdeki gibi. Zaten ben rüyada mıyım, filmi mi seyrediyorum, yoksa gerçek mi bilemiyorum. Ama olaylar akıyordu. Sonra yüzük takma merasimine geçildi. Abdurrahman amca yüzükleri taktı. Söz yüzüklerimiz gümüştendi. Altın erkeklere haram olduğu için hala o gümüş yüzüğü takarım. Nilgün’ün getirdiği makas ile kesti. Resmen Emine ile sözlenmiştik. Orada bulunanların ellerini öptük. ‘Hayır dualarını aldık. | |||
Konu: HATIRALAR BÖLÜM 20 Emine ailemle tanışıyor. / İsim: Mehmet Ali Hatay 27/07/21 11:48 | |||
BÖLÜM 20 Emine ailemle tanışıyor. Artık stajlar başlamıştı. Dâhiliye stajında beyaz önlükleri giyip Hocanın vizitine yani hasta ziyaretine katılmak, hastaları dolaşmak bana büyük bir zevk veriyordu. Sanki doktor olmuştum. Derslerde nispeten kolaylaşmıştı. Çünkü artık hastayı görerek ders yapıyor ve eğitim alıyorduk. Teoriden ziyade pratiğe başlamıştık. Bu hasta gezmeleri bizim için çok önemliydi çünkü kitapta görmediğimiz birçok şeyi burada görüyor ve öğreniyorduk. Dahiliye çok sevmiştim ileride dahiliye uzmanı olmaya karar vermiştim. Bir gün Nilgün ziyaretime geldi. Ben de hemen Hocanın hastaları gezmesine katılacaktım. Nereden aklıma geldiyse bu hasta gezisine Nilgün’ün katılmasını da istedim. Beyaz bir önlük bulduk. Nilgün bu beyaz gömleği giydi ve doktor şekline girdi. Daha sonra hocanın arkasında takıldık. Asistanlar, öğrenciler ve Nilgün 10-15 kişi hoca nereye giderse tin tin tin biz de arkasından gidiyorduk. Hoca hasta hakkında bilgi alıyor daha sonra aslanlarla ve öğrencilere soru soruyordu. Nasıl oldu hiç anlayamadım. Hoca birdenbire Nilgün’ü işaret etti ve hasta hakkında soru sordu. Nilgün haliyle kem küm etti ne bilsin hocanın kendisine soru soracağı. Hoca kızar gibi oldu. Çünkü hocamız bir şey sorduğu zaman mutlaka cevap almak isterdi. O zaman ben hemen önüne atladım ”Hocam” dedim “Arkadaşımız stajyer değil Tıp fakültesinde daha 1. Sınıfta. Sizin vizitleri çok övmüşler merak etmiş ve katılmak istemiş” deyince Hoca gevşedi gülümsedi “Ya öyle mi dedi çok memnun oldum. Şimdiden merak edip viziteler katılmak çok iyi bir şey. Aferin kızım sen ileride iyi bir doktor olacaksın.” dedi Biz gülelim mi yoksa bir badire atlattığımız için sevinelim mi? anlayamadık. Bu günlerde Nilgün ile Emine'yi tanıştırdım Her ikisi de birbirini çok sevdi. Zaten aynı yaşlarda yani arkadaş gibiydiler. Geleceğin gelini ve görümcesi hemen kaynaştılar. Ben o zaman İslamiyeti tam yaşamasamda bir İslami hassasiyetimiz var. Bunu Emine'ye ve Nilgün’e açtım. Sonuçta Emine ile söz keselim ve daha sonra da dini bir nikah yaparız diye kararlaştırdık. Ama bunlar elbette hemen olabilecek şeyler değil. Üzerinde biraz daha çalışmamız lazım. Her şeyden önce ben ve Emine ailelerimize söylemeniz lazımdı. Emine henüz 17 Yaşında bu durumu ailesine nasıl açıklayacak Gerçi annesi de evlendiği zaman 15-16 yaşındaymış. Rahmetli kayınpederim onu kaçırmış. Mustafa Enişte ne sebeple bilmiyordum İstanbul’a gelmişti. Emine'yi Mustafa enişte ile tanıştırdım. Enişte parmağımızda takılı olan yalancı bir yüzüğü gördü. Bizim nişanlı olduğumuz zannetmiş. Mersin'e gittiğinde “Ali nişanlanmış, Yüzükler bile takılmış. Gelin hanımla tanıştım” diye anneme babama söylemiş. Babam çok sevinmiş. Ama annem biraz üzülmüş. Üzülmesinin sebebi de “Niye bize haber vermeden nişan yaptı” diye. Halbuki annemin babamın haberi olmadan nişan yapmazdık, Böyle bir şey bile düşünemeyiz. Bu hususta babam ve annem sizlere çok güvenirdi. Üç kardeşin de evlenmeleri bu şekilde olmuştu. Yani eşlerimizi biz kendimiz bulduk ailemiz bize güvendi ve tercihimize saygı gösterdiler. Bu hususta annem ve babam bizlere güvenirdi. Telefonla konuştuk ben durumu izah ettim ve Emine'yi tanımak için ve istemeye İstanbul'a gelir misiniz? diye sordum. Annem merak etmişti hemen “Olur” dedi Zaten haftasında da İstanbul'a geldi galiba Ortaköy'deki Perihan teyzenin evinde kaldı. Kız istemeye de oradan gelecekti. Bir vesileyle annemle Emine'yi tanıştırdım. Annem müstakbel gelinini görünce çok beğenmiş, hele elini de öpünce yelkenler indi, buzlar çözüldü. Annem çok memnun oldu. Emine'yi çok beğendi. Emine de annemi çok sevmişti. Evet, Böylece evlenmeye biraz yol almış olduk. Şimdi sıra kız istemeye geldi. | |||
Konu: HATIRALAR BÖLÜM 19 Emine ile görüşüyoruz. / İsim: Mehmet Ali Hatay 27/07/21 11:46 | |||
BÖLÜM 19 Emine ile görüşüyoruz. 26 Şubat 1976'da Emine ile buluşmamız gerçekleşti. Akşamdan beri merakla bekliyordum acaba Emine gelecek mi diye. Dilek pastanesine erkenden gitmiştim. Evet, Emine randevuya tam saatinde geldi. Demek saate dikkat ediyor. Pastanede oturacak yer yoktu her taraf doluydu. Ayakta dolaşırken bir baktım yanımda biri geçti Emine olduğunu sonradan anladım. tanıyamamıştım. Çünkü saçları düz, fonlu, hafif makyajlıydı. Üzerinde kadife bir manto Birdenbire şöyle demişim “Siz miydiniz?” Bu söz daha sonra çok kullanılacak bir söz oldu. Neyse oturacak yer olmadığı için biz de başka pastaneye gidelim dedik. Fatih'te Dilek Pastanesi ne doğru yürümeye başladık. Bu sıra Emine'nin abisi Ahmet bindiği dolmuştan bizi görmüş. Ahmet sağ olsun çok olgun bir insandı. Emine’ye hiçbir şey sormamış sadece “Ciddi misin?” diye sormuş. Dilek Pastanesinde oturduk muhabbete başladık. Birbirimizi daha iyi tanımaya çalışıyorduk. Gittikçe Emine'ye daha çok ısınmaya başlıyordum. Birkaç gün sonra Emine'ye “Boğazda bir yürüyüş yapalım mı?” dedim. Hemen kabul etti. Galiba O da benden hoşlanmaya başlamıştı. 2 gün sonra otobüsle Ortaköy'e gittik. Orada Emirgana kadar yürüdük. Ortaköy Emirgan arası nereden baksan 8- 9 Kilometre vardı. Ama bu süre içerisinde zaman nasıl geçti, çevremizde, denizde, kalabalık içinde ne var ne yok hiçbirisi gözüme görünmedi. Sadece ikimiz konuşuyor, dünya dinliyordu. 9 Km yürümüştük ama hiçbir yorgunluk hissetmedik. Neşet Baba ne demiş “Aşk ile koşan yorulmaz.” Daha sonra Emirgan Parkında yürüyüş yaptık. Çimler üzerine oturduk. Yalnız bu ara çok dikkatimi çeken bir şey oldu. Emine hiç tuvalet ihtiyacı duymadı. İçinden şöyle geçirdim “Allah Allah bu kız melek midir? Tuvalet ihtiyacı olmaz mı?” Çünkü meleklerin biliyorsunuz ne yer ne içer ne de tuvalete çıkarlar. Evet, evet bu kız gerçekten bir melek olmalı. Başka bir gün arkadaşlarla birlikte Çamlıca sırtlarında bir piknik yapmaya gittik. Kızlar piknik için yiyecek içecek gibi bir şeyler getirmişlerdi. Baktım en çok getiren Emine’ydi. Çok güzel bir piknik sofrası hazırladı. Öyle itinayla ve özenle hazırlanmıştı ki orada gözüme girdi. Tam ev kadını olacak biri dedim. Üstelik bütün kızlardan daha çok koşturuyor daha çok ilgileniyordu. Çok alçak gönüllü, hiçbir zaman büyüklenmiyor. İnsanları seviyor. Daha sonra her arkadaş kız arkadaşını alıp bir ağaç altında muhabbete daldılar. Akşam geç saatlerinde döndük. Benim Çapadaki kliniklerde çalıştığım bir gün dersten çıkınca baktım Emine buraya gelmiş. Vatan caddesine doğru yürümeye başladık. Birden aklıma geldi “Bizim ev buraya çok yakın istersen eve gidelim orada sana aile fotoğraf albümümü göstereyim” dedim. Önce kabul etmek istemedi, Çok ısrar edince kabul etti. Hiç umuyordum Ama kabul etmişti. Teklifi kabul etmesi benim için iki sürpriz olmuşu. Şöyle düşündüm. Bir kız henüz 1 ay olmuşken tanıştığı bir erkeğin evine hemen gider mi? İkincisi bir erkeğin evine gidiyorsa demek ki erkeğe dolayısıyla bana güvenmiş demektir. Bu da elbette benim hoşuma gitti. Ama bir de şöyle düşündüm demek ki kendine de güveniyor. Bu güven nereden geliyor? Karadeniz kızı büyük ihtimalle üzerinde tabanca vardır. Korkusuz olmasının sebebi bu olmalı. Eve geldik. Bodrum katında oturduğumuzu hiç yadırgamadı. Salonda oturduk, evde kimse yok. Albümü çıkardım yavaş yavaş fotoğraflara bakıyoruz. Ben fotoğraftaki kimseleri tanıtıyorum. Büyük bir ilgiyle bakıyor, herkese tanımaya çalışıyor. Sorular soruyor. Bir ara kaşlarının ve gözlerinin üzerine düşen saçını başının arkasında doğru çektim ve düzelttim. Böylece yeşil gözleri ortaya çıkmıştı. Birden göz göze geldik, Artık sözlerin bittiği nokta burasıydı. Nasıl olduğunu anlamadım dudağına küçük bir öpücük kondurdum. İlk defa bir kızı öpüyordum. Yıllarca bir kızın elini tutmamıştı ama işte bir kızın dudaklarından öpüyordum. Emine buna sesini çıkarmadı demek onun da niyeti vardı. Yanlış bir şey yapmadığımı anladım. Hava kararmış ve akşam olmuştu. Evden çıktık, Fatih'te dolmuşa bindirip evine gönderdim. Akşam arkadaşlar geldiği zaman arkadaşlarla durum değerlendirmesi yaptık. Hiç unutmam Halil aynen şöyle dedi. “Ban Ali Hatay’ı tanıyorsam bu kızla evlenir” Evet hayatımın aşkını bulmuşum neden evlenmeyeyim. Ayrıca bir kızı hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmak istemem. Biz sevince tam severiz. Ayrıca şimdiki sevgiden değil. 60 sene sonraki sevgiyi düşünüyorum. Çok gariptir 5 kız ile tanışan arkadaşlarımızlar hepsi kız arkadaşı ile ayrıldı. İçlerinde sadece biri nişanladı. O da daha sonra ayrıldı. Çünkü bu kız İstanbulluydu ve evlenirse Anadolu’ya gitmemesi için çok baskı görmüştü. Ama bizim hiçbir zaman böyle sorunumuz olmadı. Sanki bu olanlar benimle Emine’ni buluşması için kaderimiz tarafından ayarlanmış bir şeydi. Elbette böyleydi. Kaderimiz çok önceden yazılmış ve yürürlüğe girmişti. Artık bundan sonra Emine benim rüyalarıma girecekti. | |||
Konu: HATIRALAR BÖLÜM 18 Hayatımın aşkı ile tanışıyorum / İsim: Mehmet Ali Hatay 27/07/21 11:43 | |||
HATIRALAR BÖLÜM 18 Hayatımın aşkı ile tanışıyorum 1976 yılında 4. Sınıftayız. Dersler ile uğraşıyoruz staja hazırlık yapıyoruz. Bu ara Millet kütüphanesine ders çalışmaya gidiyoruz. Gene böyle bir günde 20 Şubat 1976 tarihinde Fikret, Çarşamba Kız Meslek lisesinden kızlarla tanışmış. Bu kızlar da millet kütüphanesine gelmişler. 5 kişiydiler. Kızlardan biri içerde kalmıştı. Göz ucumda bakmıştım ama doğrusu alıcı gözle bakmamıştım kolunda yeşil bir bant vardı. Bunun ne olduğunu o zaman anlamamıştım. Bahçede üstünkörü ayaküzeri tanıştık. 2 gün sonra Fatih'te Çankaya Pastanesinde buluşmak üzere ayrıldık. Ben akşamdan beri heyecanlıyım. 2 gün nasıl geçecek, İlk defa kız arkadaşlarla buluşacağız. Ne yapılır ne edilir hiç bilmiyorum. İçimde bir korku var. Neyse akşam hazırlıklarımızı tamamladık sabahleyin son rötuşlarımızı da yaptık. 24 Şubat Perşembe sınavım vardı. Sınava girdim öğleden sonra Çankaya Pastanesinde kızlarla buluştuk. Ben, Fikret, Bizim alt sınıftan Erdoğan, Enver vardı. 3 kız gelmişti. Herkes kız arkadaşını karşısına almıştı. Artık neye göre paylaştılar neye göre seçtiler, daha önce bir plan program var mıydı bilmiyorum. Birden Emine içeri girdi bizi görünce tam geri dönüyordu Enver “Mine gel bir çay içsene bizimle” dedi. Kızlarda gel gel diye ısrar ettiler. Emine de gelip benim karşıma oturdu. Tanışmamızda isminin Mine olduğunu söyledi gerçek ismi Mine miydi Emine miydi anlayamadım. Emine'nin kısaltmasını kullanmış. 1.70 boylarında, beyaz tenli sarı saçlı ve yeşil gözlü. Kaşları yay gibi kavisliydi. Saçları çok açık sarı değil, biraz kumrala yakın sarı ve düz ve saçlar örgülüydü. Gözlerde yeşile çalıyordu. İnce dudaklı, çenesinin sol yanında bir ben vardı. Üzerinde lise forması vardı. Ben oldum olası zaten sarı saçlı ve yeşil gözlü kızları severdim. Birden içim ısındı. Şimdiki gençlerin elektrik alıyorum dedikleri gibi diyemeyeceğim. Çünkü bu tabiri sevmiyorum. Biz trafo muyuz ki elektrik alalım verelim. Ama kalbimin içinde sanki bir kelebek çırpınıyor gibi olmuştu. Emine Rizeli olduğunu 9 kardeş olduklarını öğrendim. Üstelik babası annesini kaçırmış. O zaman biraz Endişelenmedim değil. Çünkü bu Karadenizliler malum, tabancayı sever. 9 kardeşin her biri bir mermi sıksa biz süzgece dönerdik. Babasının çay bahçeleri varmış. Gelirleri bu bahçeden oluyormuş. Abisi Ahmet’te Cerrahpaşa Tıpta okuyormuş. Tesadüf ki Tıp 1. Sınıf yani FKB de beraber okumuşuz. Biraz hızlı konuşuyor, sağa sola çok bakıyor devamlı bir telaş içerisinde. Aynen şarkıda geçtiği gibi “Sevinçli bir telaş içindeydi” Ben de kendimi tanıttım Mersin'de olduğumu söyledim O da Mersinlileri severmiş.”Ben zaten deniz olan yerleri severim” dedi Nuran ablamdan Nilgün’den, annemden, babamdan bahsettim. Hepsini dikkatlice dinledi. Ben devamlı göz göze gelmeye çalışıyorum. Ama gözlerini benden kaçırıyor. Yaptığı işten bir utanma duyuyor gibi. Çünkü okulun kızlarını disipline eden kolun başkanıymış. Kız okullarında zannediyorum böyle bir kol var ve kızların taşkınlık yapmasını önlüyor, sigara içenleri tespit ediyormuş. Emine’nin bu kola başkan seçilmesinin elbette biraz da sert mizacının etkisi vardı. Ama garibime giden şey kızları erkeklerden koruyacağım derken kendi de erkeklerle buluşmaya gelmişti. Herhalde onu kandırmışlar ve bir tufaya getirmişlerdi. Ayrılacağımız zaman, hepimiz ayağa kalktık gideceğiz. Ben “Yarın yine buluşalım mı?” dedim. Diyebildim mi nasıl dedim ben de anlayamadım. Demek ki buluşmak istiyormuşum. Ertesi günü randevuya gelmesini sağlamak için bir iki kitabını rehine aldım. Bu kızları randevuya getirmek için en etkili bir metottur. Nereden öğrenmiştim nereden okumuştum bilmiyordum. Kitapları alınan kız ertesi gün mutlaka randevuya gelirdi. Gerçi gelecek olan kız her halükarda gelirdi. Ertesi gün gene Fatih'te bulunan Kilim Pastanesi'nde randevulaştık. Akşam içim içime sığmıyordu. Arkadaşlarla durum değerlendirmesi yaptık hepsi tanıştığı kızlarla çok memnun ve iyi intibalar edilmişlerdi. Bakalım Emine ertesi gün gelecek mi? | |||
Konu: HATIRALAR BÖLÜM 17 Nilgün İstanbul’a geliyor. / İsim: Mehmet Ali Hatay 27/07/21 11:41 | |||
Bölüm 17 Nilgün İstanbul’a geliyor. 1976 öğretim yılında 4 sınıftayız. Zor dersleri verdim, çok şükür. Bu seneden sonra inşallah stajlar başlayacak stajlarda 2 sene sürecek. İlk stajımız dahiliye stajı olacak. Öğretim yılının başında kardeşim Nilgün İstanbul'a geldi. Nilgün Kadıköy de Fikirtepede bulunan Fikirtepe Eğitim Enstitüsü fen bölümünü kazandı. İstanbul'a gelmesinin en büyük sebebi benim İstanbul’da olmamdı. Bu benim için de iyi olacaktı. Çünkü kardeşimle beraber olacaktık. Abi kardeş gurbette bir birimize destek olurduk. Kartal da Ali amcanın evinde kalacaktı. Ali amca bizim Örenses apartmanda ev sahibimizin kayınpederiydi. Nilgün’ün burada kalma fikri ev sahibimiz Nevzat abiden gelmişti. Nevzat abinin hanımını ismi Şengül kızının isimi de Nilgün’dün zannederim Nilgün’ü bunun için beni de tıpa gitmemden dolayı severdi. Ali Amcanın ve hanımı Meryem teyze, Handan isminde liseye giden bir kızları ile beraber yaşıyorlardı. Nilgün’de misafir olarak kalacaktı. Nilgün her gün Kartal’dan Fikirtepe’ye gelecekti biraz zor olacaktı ama elbette okumak öyle kolay değil, Nilgün’ü Ali amcanın evinde karşıladım. İki kardeş hasret giderdik. Tabii Mersin'de kalanlar ne alemde bilmiyorum. Annemi çok düşünüyorum, her iki çocuğu da gurbette okumaya gitmişti yalnızlığın iyicene içine oturmuştur. O sırada ablam ve eniştem Mersin Çeşmeli beldesinde öğretmenler. Galiba Özgür annemlerde kalıyor. Annem ve babam çocuk Özgürle meşgul oluyorlar. Biz Nilgün’le hafta sonları buluşuyor, İstanbul'u geziyorduk, Ortaköye çocukluk arkadaşımız olan Ahmet Özçiçek’lere yani Rahmetli Perihan Teyzeye gidiyoruz. Orada akşam yemeğine kalıyoruz. O sırada ben evde olduğum için Nilgün eve de gelirdi ev işlerine yardım ederdi. Bir gün gene buluşmak için Beyazıt'taki ana binanın önünde randevulaştık. Saat 17 gibi buluşalım dedik ama günlerin kısa olduğunu ve erkenden havanın karardığını düşünemedik. Beyazıd meydanı öğrenci olaylarında en sık olduğu yerlerlerden biriydi ve o saatte oralar hiç tekin değildir. Öyle bir telaşlandım ki ne yapacağımı şaşırdım hemen giyindim, saat 17 yi beklemeden saat 16 gibi meydana gittim. Allah'ım diyordum inşallah Nilgün erken gelir bir şey olmaz. Meğersem Nilgün de erken gelmiş orada geziniyormuş. Birden baktım önümde Nilgün yavaş yavaş gidiyor, sağa sola hiç bakmıyor. Ne kadar sevindim anlatamam. Arkasından yanaştım yavaşça “Birini mi arıyorsunuz” diye kısık ve boğuk bir sesle fısıldadım. Öyle bir korktu ki irkildi birden döndü artık ne yapacak bilmiyorum ama beni görünce “Abiiii” diye boynuma sarıldı. Beraber ağlaştık. Başka bir gün Ramazan ayıydı oruçluyduk, yine buluştuk gezerken seni Beyazıt Kulesi ne çıkarayım, oradan İstanbul'u seyrederiz. Kule o zamanlar İstanbul için yangın kulesi olarak kullanılıyor. İstanbul’un her yerini görüyor. Merkez binaya girdik baktık kulesinin kapısı açık merdivenlerle çıktık. 100 - 150 basamak vardı oruçlu oruçlu o merdivenleri çıktık. En yukarı gelmiştik ki baktık kapı kapalı. İçerden bir görevli geldi “Kapalıyız ziyaretçi kabul alamıyoruz” dedi. Biz yalvardık, yakardık ama adamı yine de razı edemedik. Kös, kös aşağı indik oruçluyuz dilimiz bir karış dışarı çıkmış. Ben daha bu kadar susadığımı bilmiyorum. Daha sonra eve geldik yüzümüzü gözümüzü yıkarken ben bir bardak suyu yanlışlıkla içtim. Nilgün bunu görünce “Abi ne yaptın oruç gitti” dedi. Eyvah dedik ama elbette oruç gitmemişti Bu bize Allah'ın göndermiş olduğu bir ikramdı. Susuzluğum gitmişti ama garibim Nilgün susuzluktan hala dili dışarıdaydı. Neyse iftarı zor ettik suyumuzu içtik yemeğimizi yedik. Nilgün bulaşıkları yıkarken ben arkada bahçeyi dolaştım mutfağın penceresi bahçeye bakıyordu. Orada hiçbir şey yapmadan sırıtır bir halde Nilgün bakıyordum. Nilgün bulaşıkları yıkarken bir ara gözü ilişti camda karanlıkta böyle beni görünce öyle bir çığlık attı ki ben bile korktum. Nedense insanları ve Nilgün'ün korkutmak hoşuma giderdi. Nilgün eğitim enstitüsünde rahat edemedi. Öğrenci olaylarından dolayı okul sık sık kapanıyordu. Bu nedenlerle 2, dönem okulu bıraktı ve Mersine döndü. Babam onu postanede memur olarak çalışmasını sağlamıştı. Hem postanede çalıştı hem üniversiteyi sınavlarına çalıştı ve 1977 yılında Veteriner Fakültesini kazandı. Veteriner Fakültesi Selimiye’deydi. Yurt olarak Nevşehir yurduna yerleştirdik. Daha sonra ben İstanbul'dan ayrıldıktan sonra Şehzadebaşı Vakıf yurdunda kaldı. Orada Cevdet enişte ile tanışmışlar anlaşmışlar. Cevdet enişte askeri öğrenci olduğu için bir defasında da Gülhane'ye onu ziyarete gittik. Orada müstakbel eniştemizle tanıştım çok efendi bir adamdı, yakışıklıydı karizmatik. O zamandan beri aktris Clint Eastwood e benzetirim. Nilgün böyle bir arkadaş bulduğu için tebrik ettim. | |||
Konu: HATIRALAR BÖLÜM 16 Kız arkadaşlar. / İsim: Mehmet Ali Hatay 03/07/21 14:39 | |||
HATIRALAR BÖLÜM 16 Kız arkadaşlar. Sınıfımızda kız arkadaşlarla sadece arkadaşız. Başka bir şey yok. Çünkü biz onları bacı olarak görürdük. Asla aklımızdan kötü bir şey geçmezdi. Ankara Yüksek Öğretmen okulundan gelen ve tıpa ayrılan 10-12 arkadaş vardı. Ne hikmetse bunların hepsi Cerrahpaşa tıpa gitmişti. İstanbul tıpa ayrılan bir ben birde G. isimli bir kız arkadaş vardı. G. her zaman H. diye bir kızla beraber gezerdi. Bizlerde sadece arkadaşız ve nasıl oluyorsa onları korurduk. Artık neyden, kimden koruyorsak. 3 veya 4. Sınıfa Bu H. Bir gün isyan etti. “Bu ne bacısı bu ne koruması, yeter artık biz bacı değiliz, kız arkadaşız, sevgiliyiz. Biz erkek arkadaş istiyoruz onlarla flört etmek gezmek tozmak istiyoruz” deyince utancımızdan yerin dibine girdik. Biz şimdiye kadar böyle kelimeler, cümleler duymamıştık. Sadece filmlerde, dizilerde gördüğümüz şeyler. Ama düşününce de hak verdik. Bu kızları biraz gezelim, tozalım diye düşündük ama nasıl yapacaktık. Bir gün G. ye Emirgan parkına gitmek için teklifte bulundum. G. de sanki bu teklifi uzun zamandır bekliyormuş gibi hemen kabul etti. Bir Pazar günü G. yi Çemberllitaş kız yurdundan aldım ve Emirgan parkına gittik. Artık bir kızın elini tutabilme hayali ile Emirgan parkında dolaşıp duruyoruz. Ama çok uğraştım bir türlü elini vermedi. Veya ben bir kız eli nasıl tutulur bilemedim. Daha sonra yurda geldim. Durumu arkadaşlara anlattım. Hepsi güldüler. Gülme sebebi kızın elini tutmamam değilmiş. Meğerse G. Fikret, Nazif başta olmak üzere 4-5 arkadaşla Emirgana gitmiş ve kimseye elin vermemiş. Bu nasıl bir iş. Çıkmadığı erkek kalmamış. Ama daha sonraki günlerde G. H. ve 1-2 kızı daha alıp büyük adaya gittik. Ben Mersinli deniz çocuğu olduğum ve yüzmeyi iyi bildiğim için G. bana “Bana yüzmeyi öğretir misin?” dedi. Benimde canıma minnet. G. ye yüzmeyi öğretmeye çalıştım. Bu sıralar Murat Molla Kütüphanesinde veteriner hekimliğinde okuyan Zülali ile tanıştım. Zülali'nin kızlarla arası çok iyiydi. Bununda sanki yüzünde şeytan tüyü vardı. Ne yapar ne eder kızı tavlar gezmeye götürür veya beraber ders çalışmaya razı ederdi. Neyse samimiyetimizi ilerlettik. Nasıl olmuşsa Hatice diye bir kızla tanışmış. Bana “Çok güzel, çok iyi kızı, mutlaka tanışmalısın” dedi. Bende olabilir dedim. Kız apandisit ameliyatı olmak üzere bizim fakültede cerrahi servisinde yatıyormuş. Biz elimize çiçekleri aldık hem geçmiş olsun hem de tanışmak için hastaneye gittik. Ama kız sabahleyin taburcu olmuş gitmişti. BU işte başlamadan bitti. Bizim hastanede Nefroloji bölümünde Mersinden gelen öğretmen okulundan bir öğretmenimiz yatıyordu. Bu öğretmenimizi ziyarete gittim. Geçmiş olsun dileklerimden sonra baktım yeğeni B. refakatçi olarak kalıyor. Biraz konuştuk sanki anlaşır gibi olmuştuk. Hastanın yanından ayrılınca bir pastaneye gitmeyi teklif ettim. Kabul etti. Çapada pastanede oturduk. Daha sonra eve bırakmak üzere Fatih'e kadar yürüdük. Hepsi bu. | |||